Arkamı döndüğümde karşımda katilimi görmüştüm.
Karşımda gördüğüm kişi, ruhumu ve düşüncelerimi ben daha beş yaşında iken kalbimin içinde karanlık bir kafese kapatmıştı. Mücizeleri, umutları, şansları, dilekleri hatta renkleri bile çalmıştı benden. Hepsinin gerçek olduğunu düşünürdüm. Dilek dilerdim, mucize beklerdim, umutluydum hayattan. Sarı, mavi, yeşil, turuncu, mor, pembe... Hepsine hayretle bakardım. Farklı gelirdi hepsi bana. Farklı gelirdi hepsi gözüme. Ta ki bir şeyi öğrenene kadar. Bu hayatta var olan tek şey gerçeklerdi. Mucize, umut, şans... Hiçbiri 'gerçek' değildi onların. Sarı, mavi, yeşil turuncu. Hepsi siyaha çıkıyordu aslında. Hepsi simsiyahtı. Sadece insanlar görmek istediklerini görüyordu. Ben de beş yaşıma kadar görmek istediğimi görüyordum. Renkleri, mücizeleri, umutları... Ama o gün, gerçekleri görmüştüm. Babamın katil olduğu gerçeğini görmüştüm. Gözümün önünde birini öldürmüştü ve tüm güzellikler uçup gitmişti bir anda. Artık hayatım, o gün gördüğüm gerçekler kadar siyahtı. Simsiyah.
Evet, babam benim katilimdi. Bedenime zarar vermemişti. Fakat ruhumu değiştirmişti. Siyah kan akacak kadar zarar vererek değiştirmişti. Beni olmamı istediği gibi değiştirmişti.
Tüm hayatım boyunca o günü saklamıştım içimde. Çünkü babam öyle istemişti değil mi! Çünkü o beni sadece kopyası yapmıştı. Ben de kabul etmiştim. Çünkü, eğer onun sırrını saklamazsam onu kaybedecek gibi hissediyordum, onun yaptıklarının benim ruhumu öldürdüğünü bilmeden.
Bunu farkettiğğimde o kadar geç olmuştu ki... Artık ruhum tamamen siyahtı. Cansızdı. Bitkin ve halsizdi. Kalbim zifiri karanlıktı ve kimseyi kabul etmiyordu. Kimseyi içeri almıyordu. Artık siyah tüm dünyayı dışlıyordu. Çünkü siyah dışlanıyordu. Gökkuşağı bile; dışlıyordu siyahı.
Artık ruhum küsmüştü dünyaya. Barıştıramazdı KİMSE onu. Belki.
Gözlerimi sıkıca yumdum ve insanlara alay konusu olmamak için gözyaşlarımı saklamaya çalışıyordum. İnsanların beni ağlarken görmesi çok utandırıyordu. Herkes beni güçsüz olarak görüyordu. Ama ben güçlü olmaya çalışıyordum.
"Burda ne işin var?"
"Sadece konuşmak için geldim. Belki bir şeyleri düzeltebiliriz."
"Hayır, hiçbir şey düzelmez."
"Nereden çıktı bu da şimdi?"
"Bunu bana mı soruyorsun?"
"Gece, saçmalamayı kes."
"Bana emredemezsin, ben reşit bir insanım."
"Onunla kala kala annene benzemişsin." Kafamı çevirip anneme baktım. İfadesiz bir şekilde bize bakıyordu. Ona acımıştım. Babamın gerçek yüzünü bilmiyordu. Onun bir adamın yanısıra kızını öldürdüğünü bilmiyordu. Büyük ihtimalle bilse, bunlar olmazdı.
Babamın hapislerde çürümeyi hak ettiği gayet açıktı. Fakat, yapamıyordum. Onun sırrını kimseye söyleyemiyordum.
"Sana benzememden iyidir."
"Maşallah, dilin pekte uzamış."
"Git."
"Bana emir veremezsin." Bana sırlarını saklaması için emrederken ben ona öyle dememiştim.
"İçeri girelim." Annemin boğuk sesini kulaklarımızda işitmiştik. İkimizde içeriye girdik.
Sonunda dışarıdaki insanlar kafalarındaki soru işaretleriyle beraber uzaklaşmıştılar. Doğa nereye gitmişti bilmiyorum.
Salona doğru ilerlerken babamın kulağına yaklaşıp fısıldamıştım.
"Katil." Yumruklarını sıkmaya başlamıştı.