Nevra ile çok samimi olmuştuk. Sürekli beraber dışarıya çıkıyorduk neredeyse onun sayesinde Kudüs'ün çoğu yerini öğrenmiştim.
Kralla da neredeyse 1 haftadır görüşmüyorduk ve onun için endişelenmeye başlamıştım. Neden endişelendiğimi de bilmiyordum ama onu görmem gerektiğini biliyordum. Şu anda nerede ve ne yapıyor acaba?
Ben bunları düşünürken Nevra ile mezarlığın yakınındaki hurma ağaçlarının altında oturuyorduk. Bir yandan hurma yiyip bir yandanda sohbet ediyorduk. Nevra ile birlikteyken sürekli konuşasım geliyordu. Benim ne zamandır konuşmadığım şeyleri konuştutturuyordu.
Sonra Nevra ayaklandı
-"Hadi gidelim artık eve", dedi.
Gülerek onun bu ani kararını sorguladım
-"Hayrola, daha saat erken. Yoruldun mu yoksa? "Dedim
Yorgun gözlerle ayakta bana bakarken.
-"Biraz yoruldum," dedi.
Ama ben hâla burada oturmak istiyordum üstelik havada çok güzeldi. Nevra beni dışarıya alıştırmıştı.
-"Sen git istersen, ben mezarlığa da uğramak istiyorum, "dedim.
-"Peki ben gidiyorum dikkat et kendine," dedi.
-"Merak etme" dedim bende ayaklanırken.
Vedalaştıktan sonra mezarlığa doğru ilerlemeye başladım. Kudüs bu akşam biraz daha serindi. Ne kadar da çabuk alışmıştım Kudüs'ün havasına.
Babamın yanına gittikten sonra mezar taşına oturdum ve uzun uzun dualarımı ettim. Toprağına dokunuyorken sanki onun eline dokunuyormuş gibi hissediyordum.
-"Baba ben geldim," dedim ağlamaklı sesimle.
-"Seni çok özledim," dedim yanağıma düşen bir damla gözyaşımla.
Sonra cümlelerime devam edemeden ağlamaya başladım.
İçimdeki intikam ateşi daha da büyüyordu. İçimden bir ses bana "kralın sarayına gidip o adamı öldürmemi" söylüyordu. Bunu yapmak için can atıyordum ama sakin olmam lazımdı. Hırsımdan dolayı bir yanlış kararı daha kaldıramazdım.
Bir kaç dakika sonra mezarlıktan çıktım ve elimi yüzümü yıkamak için nehire doğru adımladım.
Kudüs'e son ışıklarını veren güneşte kaybolmak üzereydi. Aynı içimdeki düşünceler gibi hava da kararıyordu.
Elimi yüzümü yıkarken hala alışamadığım ama sesine yabancılaşmadığım boğuk bir ses geldi.
-"Su akar yolunu bulurmuş. Burada karşılaşmamız ne kadar da manidar değil mi hanımefendi?" Dedi ne zamandır görmediğim içimdeki tuhaf hislerin sahibi.
Peçemi taktıktan sonra arkamı döndüm ve ay ışığının aydınlattığı toprak yolda birbirimize bakmaya başladık. Nasıl bir şanstı bu böyle, ne türdendi?
- "Evet öyle efendim, "diye cevapladım.
Bana yaklaşmaya başlamıştı bile. Üzerindeki beyaz pelerininin altında mavi haçlı kıyafeti ve ay ışığında parlayan metal gri maskesiyle tam karşımda durdu ve ellerini arkasında birleştirdi. Bana tepeden bakıyordu.
-"Adınız nedir hanımefendi"? Dedi.
İçimden gülme hissi gelmişti. O kadar karşılaşmamıza rağmen birbirimizi tanımıyorduk. Neyse ki peçemin altındaki sırıtışımı görmedi.
-"Rasiye Ayza", dedim.
-"Size Rasiye mi demeliyim yoksa Ayza mı"? Dedi
Rasiye ismimi hiç kullanmıyordum. Kimsede bana Rasiye diye de seslenmiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Esir-i Aşk
Historical FictionTahtından edilmeye çalışılan cüzzam hastalığıyla boğuşan o muhteşem kralın kurgulanmış öyküsüdür. Selahaddin Eyyübi'nin ordusunda yer alan Selehaddin'in aile dostu Rasiye Ayza'nın ailesi ve Ayza ile Kudüs kralının arasında geçen aşkları Hastalıklı b...