(8) Hurma Ağacı

110 5 0
                                    

Kudüs'ün sabah güneşi odamı aydınlatırken dün gece yarım yamalak uyuyabilmiştim. Tüm gece onun ne hakkında konuşacağını düşünmüştüm.

Yatağıma vuran güneş ışıklarına elimi uzatırken sanki efendimin elini tutuyormuş gibi hissediyordum. "Saçmalık..."

Böyle bir şeyin hayali bile büyük bir saçmalıktan ibaretti.

Her ne kadar dilimi susturmaya çalışsam da kalbim bunun acısını çıkartıyormuş gibi sürekli onu hissettiriyordu.

Bir süre sonra kapı aniden açıldı, odaya annem girdi. Girince bi anlık heyecandan ne yaptığımı bilemeyerek yatağımda oturur pozisyona geldim. Benim hareketliliğimi gören annem ise;

-"Ne oldu Ayza? "Dedi.

-"Hiçbir şey, "dedim yataktan kalkarken

-"Odandan çıkmayınca merak ettim. Saat kaç oldu hadi," dedi sitem edercesine.

-"Tamam anne geliyorum," dedim.

Annem gittikten sonra tuvalete girip yüzüme buz gibi suyu çarpmıştım. 
Cidden bu yaşadığım durumu unutmam lazımdı ama bugün onu görmeye gidecek olmam bunu asla unutturmayacaktı.

İşlerimi hallettikten sonra hiç yalan söylemek istemesemde anneme bu akşam babamı ziyarete gideceğimi söylemiştim. Annem bir sürü soru sorsa da en sonunda onu inandırabilmiştim. Umarım efendimle konuşmamıza değerdi bu yalanım. Yeteri kadar günah işlemiştim. Zaten her gün istemsizce onu düşünerekte günahlarıma günah katıyordum.

...

Sonunda akşam vakti girmişti. Evden çıkıp temkinli adımlarla mezarlığa doğru ilerliyordum. Bir yandan da kimsenin bizi görmemesini umarak dualarımı ediyordum.

Mezarlığa vardıktan sonra topraktan yapılma duvarının zemindeki çıkıntısına oturmuş mezarlıktan görünen nehirin etrafındaki bir kaç kişiynin silüetlerini izliyordum. Zaman ilerledikçe daha da geriliyormuş gibi hissediyordum. Bir süre sonra aynı dünkü gibi güneş yerini bu aralar serin olan Kudüs akşamına bırakıyordu.

Nehirin etrafındaki kişiler yerleşkeye doğru ilerlemeye başlamışlardı. Sanki uzun zamandır nefesimi tutuyormuş gibi bir nefes vermiştim.

Onlar yerleşkeye girip gözden kayboldukları vakit ayaklanarak nehire doğru ilerlemeye başladım. Güneş daha tam olarak gitmediği için ayaklarımın altında ezilen kumlar hâla sıcaktı.

Nehire vardıktan sonra etrafı gözetlemeye başladım. Dünkü gibi yine kimse yoktu. İçimdeki anlam veremediğim heyecanı bastırmak için derin derin nefes alıp veriyordum. Her tarafa bakıyordum. Gelmiyordu...

Güneş son ışıklarını da gösterdikten sonra batmıştı. Galiba meşguldü. Ya da unutmuştu. Ben aklımda kurmaya devam ederken. Yerleşkeden gelen birisini farkettim. Gözlerimi kısarak baktığım da ise...

Oydu...

İçimi anlam veremediğim bi mutlukuk sarmıştı. Attığı her adım da sanki biraz daha zorlanıyordu. 

Bu sefer de üstünde beyaz pelerini vardı fakat altında kahverengi, cüzzamını saklayan iki parça geniş bir elbise vardı. Kahverengi elbisesinden sadece gri metal maskesi ve beyaz bandajlı elleri görünüyordu.

Bende ise geniş krem rengi tek parça elbise vardı. Bir de hiç eksik olmayan krem rengi peçem.

Sanki bu aralar peçe takma isteğim onun da yüzünü kapatan gri metal maskesi gibi olmasıydı. İkimizde farklı yapılma bu şeylerin altında, farklı amaçlarla saklanıyorduk.

Esir-i AşkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin