Hiç kimse üzerine kara bulutların çöktüğü, dünyadaki cennet olarak görülen bu görkemli imparatorluğun başına onun geçeceğini hayal edemezdi.
Arseiyah, başkente uzak bir vilayette yaşayan kimsesiz bir genç kızdı. Ne damarlarındaki kan, ne de ona ba...
Arseiyah bunalmıştı. Kendisini bir an önce bu gürültülü ve sıcak avludan dışarıya, buz gibi havaya atmak istiyordu ama yapamazdı. Saat ilerlemiş olsa da müşterilerin açlığı ve susuzluğu hiç dinmemiş gibiydi. O ve Efozia; bu coşkulu insanların arasından sanki dalgalarla boğuşuyormuşçasına, elleri tabak çanaklarla dolu bir biçimde, güçlükle ilerliyorlardı. Dolu olanları masalara bırakınca, bu sefer boş olanlarla aynı yolu tekrar aşıyorlardı. Bu mutfak, fıçılar ve masalar arasında mekik dokuma, böylece devam etti. Fakat saatler geçse de Arseiyah'ı, ne kafasındaki düşünceler, ne de üstündeki boğucu his hiç rahat bırakmamıştı. Zaten diğer günlerden hiçbir farkı olmayan bugünü, bu denli dayanılmaz kılan da onlardı. Yine de Arseiyah, içindeki kısacık bir süreliğine de olsa kapıdan çıkma dürtüsüne direndi. Ta ki Teskana Hanım, onu durdurmak için kolunu tutuncaya kadar.
"Arseiyah, pek iyi görünmüyorsun. Bir şey mi oldu?" diye sordu. Zaman geçmiş, kalabalık biraz dağılmış, gürültü azalmıştı. Hanın sahibi Teskana da, mutfaktaki işlerden ve hesap kitap işlerinden başını kaldırabilmiş; böylece tam zamanlı garsonu, gerektiğinde ise hanın fedaisi, Arseiyah'ın yüzüne bakabilmişti.
Arseiyah, etrafa gülücükler saçan bir çocuk değildi. Yaşadıkları buna izin vermezdi. Fakat ya onlara inat ya da belki nezaketinden, gülümserdi. Hatta ara sıra, etrafındakileri kahkahalara boğacak kadar iyi espriler yapardı. Hanın müşterileri katıla katıla gülerken Arseiyah, sanki bu durumla hiçbir alakası yokmuş gibi hafifçe tebessüm eder; hiç istifini bozmadan masadan boş bir tabak ya da bardak alıp uzaklaşırdı. Bugün bu yaşanmamıştı. Arseiyah somurtmuyordu; ama belli ki kendini zorluyordu.
"İyiyim Hanımım. Sadece birazcık hava alsam fena olmazdı." diye cevapladı. "Elbette. Neden biraz dinlenmiyorsun?"
Teskana bunu söylerken Efozia da onlara yaklaşmıştı. Yoğunluktan dolayı o da işinden başını kaldıramamıştı. Şimdi ise arkadaşının yüzünde dolaşan kara bulutları görebiliyordu. Arseiyah canının sıkkın olduğunu ifadesizlikle örtebiliyordu; lakin üç yıldır neredeyse günün her saatini birlikte geçirdiği Efozia'dan pek de bir şeyi gizleyebilmesi mümkün değildi. Efozia ; "Hey Ars, ortam epey sakinleşti. Sen burayı bana bırak da biraz kafanı dinle." diyerek cevabını bile beklemeden mutfağa yöneldi. Arseiyah, ikisine de teşekkür edip aceleci adımlarla hanın tek kanatlı ahşap kapısından dışarı çıktı.
Soğuk ve temiz hava yüzüne çarpınca, bu ana ne kadar ihtiyacı olduğunu duyumsadı. Birkaç kez derin derin nefes aldı. Oturmak istiyordu ama her yer ıslak olduğundan yapamazdı. Aynı şekilde yıldızları görme dileği, yağmur durmuş olsa da dağılmayan bulutlar yüzünden gerçekleşmedi. İstemsizce iç çekti. Sırtını soğuğa aldırmadan duvara yasladı ve kafasını toplamaya çalıştı.
Göğsünde onu huzursuz eden bir sızıyla uyanmıştı bugün. Gece boyunca bir türlü şekillenmeyen; herhangi bir cisme, bir vücuda, bir olaya bürünmeyen; anlamlandıramadığı kabuslar görmüştü. Sık sık uykusundan uyanmış; ama hiçbirinde kabusların, ne ile ilgili olduğunu dahi hatırlayamamıştı. Tekrar bir kâbusun içerisine düşmemek için uykuya direnmiş; fakat her defasında odayı paylaştığı Efozia'nın, sakin soluk alışverişleri onu hipnotize edercesine uykunun kucağına itmişti. Böylece sabaha kadar bu rahatsız edici döngü, devam etmişti.
Arseiyah, ne kadar zor bir durumda olursa olsun kimseye sızlanmazdı. Çok uzunca bir süre yardımına koşacak kimsesi olmamıştı. Şimdi durumlar değişmişti ama o, bu alışkanlığından vazgeçmeye lüzum görmemişti. Bugün de sıkıntısını insanlarla paylaşmak yerine her zaman yaptığı gibi Yüce Mevla'ya kalpten ettiği duasıyla mırıldandı. "Kalbime çöken bu karanlık gecenin şerrinden, şafak aydınlığının Rabbine sığınırım." Uzun uzun anlatmaya gerek yoktu. Kuluna şah damarından daha yakın olan; elbette bu tek cümleyle içindeki sebepsiz sıkıntıyı da, ondan kurtulmak için yardımını istediğini de bilecekti.
Sırtını yasladığı duvara, şimdi de başının arkasına yapıştırmıştı. Çenesini iyice yukarı kaldırıp karanlık gökyüzüne baktı. Bugün kendini tüm gün meşgul tutma çabalarına rağmen, zihnine üşüşen annesinin anılarını düşündü. Annesi öleli beş yıl olmak üzereydi. Elbette annesini düşünmediği pek bir günü olmamıştı. Sağ iken, yanı başındayken bile hep onu düşünürdü. Öldüğü zaman düşünceleri şekil değiştirmişti yalnızca. Endişe yerini özleme ve acıya bırakmıştı. Bu yüzden bugün de sık sık aklına gelmesi şaşırılacak bir şey olmamalıydı; ama Arseiyah'ın anlamlandıramadığı bir farklılık vardı.
Burnunun direği sızladı. Bakışlarını yere indirdi. Ayağının ucunda duran taşı kimsenin olmadığı, karanlık ve ıslak sokağa itti. Sessizliğe "Neden anne? Neden bugün bir an bile seni unutmama izin vermedin?" diye fısıldadı. Cevabı elbette sokaktan alamadı ;ama içinde usulca, çok uzun zamandır kaçındığı bir kavram su yüzüne çıktı. İstemsizce o kelimeyi fısıldayacaktı ki dehşet içerisinde durdu. Kendisine inanamadı. Ağzından "Baba" kelimesi mi çıkacaktı? Dalga geçercesine çarpık bir biçimde gülümsedi. "Baba ha? Baba..."
Bu kelimeyi aklı başına gelir gelmez, üvey babası için kullanmaktan vazgeçmişti. O canavar, birkaç defa aklına nereden estiyse, onu baba diye çağırması için zorlamıştı. O zamanlarda "Baba" demek, Arseiyah'a cam parçalarını çiğniyormuş gibi hissettirmişti. Öz babası içinse durum farklıydı. Onu düşünmekten istemsizce kaçmak istiyordu. Annesi ona kim olduğunu hiç söylememişti. Nöbet geçirdiğinde bölük pörçük şeyler dökülürdü ağzından. Ama kendini nasıl dizginleyebilmişse; en savunmasız, en bilinçsiz zamanlarında bile ismini telaffuz etmedi.
Arseiyah, küçücük bir çocukken ona bir iki defa sormuştu. O günlerde annesinin ruhsal durumu biraz daha iyiydi. Kızının omuzlarını sıkıca kavramış, yüzünü onunkine yaklaştırmış ve gözlerini Arseiyah'ınınkilere sertçe dikerek cevaplamıştı. "Arseiyah, senin baban öldü. Onu kötü adamlar öldürdü. Eğer bizim nerede olduğumuzu bulurlarsa, bizi de öldürürler. Bu yüzden bir daha sorma." demişti. Bu, küçük kızın kalbine birkaç sene böyle bir soru sormaması için yetecek korkuyu salmıştı.
Sonrasında Ruevella, her geçen yıl daha da delirdi. Arseiyah tekrar babasıyla ilgili bir şey sorma cesareti gösterdiğinde, annesi öfke veya histeri krizlerine girer olmuştu. Nafile bir çabaydı. Bu yüzden vazgeçti. Ruevella, Arseiyah'ın babasının izini bulmasına engel olmak istemişti. Öyle oldu; ama bunda etkili olan ondan çok belirsizlik olmuştu. Arseiyah'a lütfedilenin peşi sıra getirdiği belirsizlik.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Bu harika illüstrasyonu hazırlayan Orenda'ya (Insta kullanıcı adı @0rendasore), bölümün özenle İngilizceye çevirisini yapan Catrine'e (Discord: catrine19) ve desteğini her an yanımda hissettiğim sevgili Ravi'me sonsuz teşekkürler.