Mareşal'in bakışları, kapıdan girer girmez biraz ötesinde duran genç kıza odaklanmıştı. Başka hiçbir şeyle ilgilenmeye gerek görmemişti; çünkü aradığının o olduğunu anlamıştı. Benzerlikler aşikardı. Hem annesinden hem babasından parçalar taşıyordu. Hatta hanedanın İmparator Belencer'den itibaren tüm üyelerini tanıyan biri olarak, genç kızın; anneden ayrı kardeşleri ve ninesiyle bile benzer taraflarının olduğunu görebiliyordu.
Geçen hafta İmparator Kayzen'in huzurunda iken Kaleb "O olduğunu düşünüyorum." demişti. "Sizin görüleriniz de bu zamana kadar edinebildiğimiz tüm bilgiler de bizi, ona götürdü. Ayrıca görünüşü de sizin kızınız olmaya uygun, Majesteleri." İmparatorun gölgedeki eli, böyle bir konuda emin olmadığı bir şeyi asla huzurda dile getirmezdi. Nihayet iki yıla yakın süredir devam eden arayış son bulmuştu.
Çalışma odasındaki sandalyesinde oturan İmparator, daha önce ne kadar duyulmuş olursa olsun yine de insanı etki altına alan büyüleyici sesiyle "Arseiyah" demişti. "Var olan tüm çiçeklerden güçlü ve güzel bir güldür. Öyle değil mi?" Odada bulunan Kaleb, Ashef ve Cevad; İmparatoru onaylarken, yeşil gözlerinde uzun zamandır göremedikleri sarı parıltıların umutla, mutlulukla yanıp sönmesini izlemişlerdi.
"Git" demişti Cevad'a. "Bu konuda yalnızca sana güvenirim. Git ve tek bir an dahi kaybetmeden onu bana getir."
Mareşal şu an, tereddütsüzce gözlerinin içine bakan, bu dik duruşlu kızın karşısındayken; isminin ona ne kadar yakıştığını düşünüyordu. "Tıpkı karın altında dahi korkusuzca açmaya devam eden o kırmızı güller gibi."
Arseiyah, imparatorluğun tek Mareşal'ine, tüm askeri gücünün başına yalan söyleyecek değildi elbette. Şüphe belirtisi göstermeksizin kendisine doğru gelişinden bile zaten sorduğu sorunun cevabını bildiği belli oluyordu. Genç kız "Hem" diye düşündü. "Her şeyi kadere bırakmamış mıydım? Olacak olan gelip beni bulduysa kaçmanın anlamı olur mu ki?"
"Arseiyah benim Mareşal Hazretleri."
Neden onu aradığını sormadı bile. Nasıl olsa öğrenecekti. Handakilerin önünde hiçbir şey duymak istemiyordu. Onların verecekleri en ufak bir tepki, şu an Arseiyah'a çok fazla gelecekti. Çok sayıda kişinin olduğu avluda bir sessizlik oldu. Bu suskunluğu bölen Mareşaldi.
"Öyleyse genç hanım, bir haftalık yolculukta ihtiyaç duyacağınız eşyalarınızı alın. İmparator Hazretleri'nden aldığım emir kati. Bir an önce sizi huzuruna götürmeliyim. Birazdan geceyi orada geçirebilmek için Siveretz Kalesi'ne gideceğiz."
Kale, handan bir buçuk saatlik uzaklıktaydı ve sabah oradan başkente doğru yola çıkacaklardı. Demek ne Fel, ne Böcüş ile Murşil, ne de burada olmayan diğer sevdikleriyle vedalaşacak zamanı olmayacaktı.
Mareşal Cevad, genç kızın hiçbir şey sormamasına şaşırmıştı. Korkmuş ya da şaşırmış gibi de durmuyordu. Bir gün İmparator tarafından çağrılacağını tahmin ediyormuş gibi tepkisizdi. Acaba annesi ona ne anlatmıştı? Cevad, kızın İmparator'unkini anımsatan yüzünde ne düşündüğünü belli eden işaretler aradı. Bulamayınca ona dair merakı daha da arttı.
O sırada, askerlerin gelmesiyle Filef ile birlikte mutfaktan çıkmış olan Efozia, tüm cesaretini toplayarak Mareşal ile Arseiyah'ın arasına girdi. Arseiyah'ın tam önünde, ona o kadar yakın durdu ki sırtı Arseiyah'a değdi.
"Arseiyah'ı imparatorumuz neden çağırıyor? Neden hemen alıp götürmeniz gerekiyor?"
Her ne kadar arkadaşına olan sevgisinden ötürü yaptığı belli olsa da, bu tavrı saygısızca kalmıştı. Teskana, durumu düzeltebilme umuduyla araya girmek zorunda kaldı.
"Mareşal Hazretleri'ni saygıyla selamlarım. Ben Teskana, hanın sahibiyim. Arseiyah'tan da ben sorumluyum. Affınıza sığınarak bu çocuğun neden Uluğ Kağan'ımız tarafından huzuruna çağrıldığını sorabilir miyim? Eğer bir kusuru varsa bunda, ondan çok benim hatam vardır."
"Majestelerinin emrini sorgulamak, ne sizlere ne de bana düşmez. Bizler sadece buyruğuna uyarız. İmparator sorumluluğunuzun getirisini unutmaz. Elbet karşılığını verir. O güne kadar ceza mı yoksa ödül mü alacağınızı bekleyin." Bu sözlerin ardından Teskana'nın yapabileceği bir şey yoktu. "Başım gözüm üstüne" diyerek eğdiği başını kaldırmadan Efozia'yı da alarak Mareşal'in önünden çekildi.
Mareşal, genç bir kadın subayı çağırdı. "Sivya, genç hanımın eşyalarını toparlamasına yardım et. Mümkün olan en kısa sürede ayrılmalıyız." dedi. "Emredersiniz" diyen Sivya, Arseiyah'ın yanı başında durup kıza güven verici, yumuşak bir bakışla baktı. Arseiyah bir şey demeden Sivya ile birlikte merdivenlere yöneldi. Efi ile paylaştığı odası ikinci kattaydı. Onlar yukarı çıkarken Efozia da hiç düşünmeden peşlerine takıldı. Normalde ürkek bir kız olan Efozia'nın, söz konusu biricik dostu olduğunda bu kadar gözü kara olması Arseiyah'ın içini burktu. Odalarına girinceye kadar Efozia sessizce ağladı. İçeri girer girmez Sivya'ya aldırış etmeden konuşmaya başladı.
"Hiç aa-anlamıyorum ne- neden hemen başkente gitmen laa-zım? İmparator neden see-ni çağır-sın ki?" Hıçkırıkları düzgün konuşmasına izin vermiyordu. "Ora-sıı çok uzak. Gi-dip geelmen çook zaman a-lacak. Ben de senin-lee gele-ceğiim. Seni as-la yalnız bı-rakamaam."
Onu böyle görmek Arseiyah'ın içini parçalıyordu. Efozia'nın şimdiden gözleri ve burnunun ucu kızarmıştı. Arseiyah, sicim gibi akan gözyaşlarını silmeye çalıştı. Sonra ona sımsıkı sarıldı. Yüzünü Efi'nin açık kumral, kısa saçlarına gömdü. O da korkuyordu. Gitmek istemiyordu. Burada tanıdığı, sevdiği insanlarla en çok da Efi ile kalmak istiyordu; ama yapamazdı. Artık bilinmeyenle yüzleşmesi gerekiyordu. Efi ile birlikte ağlamak istese de hep yaptığı gibi, tuttu kendini. Eğer ağladığını görürse, Efozia daha da yıkılırdı.
"Efi, bulduğum her fırsatta seni durumumdan haberdar edeceğim. Tamam mı? Mümkün olan en kısa sürede de yanınıza geri döneceğim. Lütfen ağlama ve aklımın sizde kalmasına izin verme olur mu?"
Efozia, Arseiyah'ın isteğine uymak istiyordu ama gözyaşlarına söz geçiremiyordu. Elleriyle yüzünü kapattı ve başıyla Arseiyah'ı onayladı. Sivya usulca "Genç Hanım, isterseniz önce bir çanta çıkartın." dedi. Böylece Arseiyah, Efi'nin yanından ayrılıp Sivya ile birlikte birkaç parça eşyasını toparladı. Toplanma işi bittiğinde Arseiyah, hâlâ ağlamasını durduramayan Efozia'nın yanına gelip kendi bileğinden çıkarttığı savatlı gümüş bileziği onunkine taktı. Efi, şaşkınlıktan ağlamayı kesmişti. Bu bilezik Arseiyah'a annesinden yadigâr birkaç eşyadan biriydi. Ona da kendi annesi almıştı. Efozia, tanıştıkları günden beri Arseiyah'ın bunu takmadığını hiç görmemişti.
"Bunun benim için önemini biliyorsun değil mi Efi? Yeniden bir araya gelinceye kadar benim için güvende tut. Ne olursa olsun onu senden geri alacağım."
Efozia bir yandan yüzünü silerken "Tamam" dedi. "İstediğin gibi emanetine gözüm gibi bakacağım. Hanımım ve buradaki işler de bana emanet." Birbirlerine içerisinde bir sürü duygu barındıran bir gülümsemeyle baktılar. Sonra Mülazım Sivya ile birlikte odadan çıktılar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kışa Meydan Okuyan Gül
FantasyHiç kimse üzerine kara bulutların çöktüğü, dünyadaki cennet olarak görülen bu görkemli imparatorluğun başına onun geçeceğini hayal edemezdi. Arseiyah, başkente uzak bir vilayette yaşayan kimsesiz bir genç kızdı. Ne damarlarındaki kan, ne de ona ba...