BÖLÜM IX: DÖRT BACAKLI FELAKET

45 2 1
                                    

 Arseiyah, Mülazım Sivya'nın dün de onlara hizmet eden hizmetçi kadın ile birlikte odaya girmesiyle gözlerini açtı

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

 Arseiyah, Mülazım Sivya'nın dün de onlara hizmet eden hizmetçi kadın ile birlikte odaya girmesiyle gözlerini açtı. Saat henüz erkendi; fakat anlaşılamaz bir biçimde kendini oldukça dinlenmiş hissediyordu. Endişeli olmalıydı ama değildi. Bir önceki geceyle kıyaslanamayacak bir uyku çekmişti. Sivya'nın günaydın dileğini ve "İyi uyudunuz mu?" sorusunu sıcak bir gülümseme ile olumlu cevapladı. Mülazım da bu durumdan hoşnutluğunu belirtti. Arseiyah elini yüzünü yıkayıp kıyafetlerini giyinirken Sivya, kahvaltılarını getirtti. Birlikte bir sofrayı paylaştıktan sonra Arseiyah'ın eşyalarını koyduğu çantasını alıp odadan ayrıldılar.


 Genç kız iç kaleyi terk etmeden önce dün gece yaptığı gibi yine dikkatlice etrafı inceledi. Gördüğü manzara aynıydı. İçeride ve dışarıda çok sayıda asker var iken kale personeli yok denilecek kadar azdı. Sivya meraklı bakışlarının sebebini sordu.

"Daha önce Siveretz Kalesi'nde bulunmadım fakat burada çok sayıda insanın çalıştığını biliyorum. Ağırlanacak bu kadar asker var iken herkes nerede?"

Sivya gülümsedi. Sonuçta bu genç kız uzun zamandır bir handa çalışıyordu. Bu detayın dikkatini çekmemesi mümkün değildi.

"Bu bir güvenlik önlemi. Birliğimiz kimsenin yardımı olmadan da kendini idare edebilir. Bu yüzden bulunduğumuz yerlerde çok az çalışan bulunduruyoruz."


 Aslına bakılırsa Arseiyah'a hizmet eden hizmetçi kadın da dahil kalede bulunan az sayıda kişi bile bu görev için özel olarak getirtilmiş, buranın çalışanı olmayan kişilerdi. Ama her detayı genç hanımla paylaşmaya gerek yoktu.


  Arseiyah aldığı cevap üzerine "Doğru" diye düşündü. "Sonuçta Mareşal Hazretleri'nin güvenliği için alınması gereken önlem, bundan az olamaz." Kendisine yöneltmesi gereken bir sonraki soru, bizzat Mareşal Cevad'ın neden onu almak için buraya geldiğiydi ama "Nasıl olsa öğreneceğim." diyerek bir kez daha içinde bulunduğu durumu düşünmekten kaçındı. Adımları onları iç kalenin çıkış kapısına getirmişti.


 Dışarı çıktıklarında onları önce gri Siveretz göğü karşılamıştı, hemen ardından ise Yoseki'nin sinirli kişneyişleri. Zavallı seyis Arme, dün geceden beri ilgilendiği Yoseki'nin ona biraz alıştığı gafletine düşmüştü. Gerçekten de genç kısrak seyis yularını nazikçe çekiştirip onu ahırdan dışarı çıkarttığında uslu uslu peşinden gelmişti. Fakat nedendir bilinmez – Bu aşağılık insan ona yeterince saygı göstermemiş olabilirdi ya da Yoseki günışığında adamın çirkin gözüktüğünü düşünmüş de olabilirdi. Asıl sebebi yalnızca Yüce Mevla bilir.- bir anda sinirleri tepesine çıkmıştı. Şaha kalkmış atı zapt etmek için Arme'nin dışında seyis yamağı ve askerler de mücadele ediyordu ama heyhat imkânı yoktu. Arseiyah koşarak yetişmeseydi kara kısrak içlerinden birini toynaklarının altına almış olacaktı.


  Arseiyah yanına geldiğinde, Yoseki'nin sergilediği alışık olmayan herkesi şaşkına çevirecek "Burada ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yok. Ben sadece seni özledim benim bir tanecik sahibim." gösterisini izleyenlerden biri de Mareşal Cevad'dı. Sinirden köpürüyordu. "Bu canavar da neyin nesi?!" dedi. Dün gece Prenses atının huysuz olduğunu dile getirdiğinde durumu tam olarak kavrayamamıştı. Ama şimdi net olarak görüyordu.


 Çok ender bulunan parlak yağız donu ile bir bakışta anne ya da babasının, soydaşlarının paha biçilemez atlarından olduğunu ele veriyordu. Bu tür "Altın At" olarak bilinirdi. Düşmanları aşağılıkça soydaşlarının direnişini kırmak için bu atları hedef almıştı. Bu yüzden sayıları çok azalmıştı. Altın atlardan daha uzun olan boyu ve derin göğsü de diğer ebeveyninin Batılı olduğunu ortaya koyuyordu. Nadir ve çok değerli bir karışımdı. Handa çalışan gencecik bir kızın normal şartlarda asla satın alamayacağı kadar değerli.


 Mareşal, dişlerini gıcırdattı. Bu at görünümündeki manyağı, eceline susamış yetiştiricisi Prenseslerine yamamıştı. O kadar deli ve tehlikeliydi ki kimse tüm güzelliğine ve gücüne rağmen alnındaki yıldız nişanesi hariç simsiyah olan bu tayı almamış olmalıydı. Sahibi olacak piç de zavallı prensesin varını yoğunu elinden alıp, köpek maması yapmadığına sevinmiş bir halde bu zırdeliyi genç kıza vermiş olmalıydı. Cevad Paşa, Majestelerinin bu atı gördüğünde yüzünde oluşacak ifadeyi hayal dahi edemiyordu. Yetiştiriciyi buldurup bir uzvunu kestirirse belki İmparator'un içi biraz soğurdu. En azından Cevad'ınki biraz soğurdu.


 Cevad Paşa, göz açıp kapayıncaya kadar sakinleşen ve şimdi hiçbir şey olmamış gibi kendini sevdiren kısrakla Arseiyah'ın yanına hızlı adımlarla ulaştı. Arme mahcubiyetle başını eğdi. Arseiyah ise Yoseki'nin taşkınlığından utanmıştı. Mareşal Hazretleri, seyisi suçlamasın diye hızlıca lafa girdi.

"Benim hatam Mareşal Hazretleri. Yoseki'nin huyunu bilen tek kişi elbette benim. Daha erken yanında olmalıydım. Beni görmediği için sinirlendi."

Bu hiç iyi olmamıştı. Dört bacaklı kara felaket yüzünden Prenses, kendini suçluyordu.

"Önemli değil genç hanım. Ben seyise planladığımız gibi kısrağı arabaya koşturmaması talimatını vermek için yanına geldim."

Durun bu bir fırsattı. Arseiyah'a göre Yoseki aslında ne kadar uyumlu bir at olduğunu herkese kanıtlayabilirdi.

"Efendim düşüncenizden vazgeçmenize hiç gerek yok. Eğer izniniz olursa Yoseki arabayı seve seve çeker."

Bunu söylerken "Öyle değil mi?" dercesine atının başını tek eliyle kendisine doğru çevirdi. Şimdi dünyanın en itaatkâr atıymış gibi rol yapan deli de aksini düşündürtecek hiçbir şey yapmadı. Cevad'ın olacaklar konusunda endişesi olsa da Prenses'e olumsuz bir cevap vermek istemiyordu. İzin verdi ve genç kız ile Arme, Yoseki'ye koşum takımlarını takarken o da asker ve büyücülere kaleden ayrılmadan önce vermesi gereken emirleri verdi.


 Bir süre Siveretz'de kalacak büyücüye "Kuş uçurtmayacaksın. Kimse buradan kimi alıp saraya götürdüğümüzü dışarıya haber veremeyecek." dedi. Büyücü "Elbette Mareşal Hazretleri" diyerek cevapladı. Askeri görevlerde kullanılsa bile büyücüler asker değildi. Tesifranlı bile değillerdi. Onlar yalnızca kendi bölgelerini memleketleri olarak tanırlardı. Mutlak sadakatleri ise yalnızca şahlarına idi. Fakat şahın görevlendirdiği her büyücü güvenilirdi. O yüzden Mareşal'in aklı burada kalmayacaktı.


 Arabanın hazırlanması da dahil hazırlıklar tamamlandı. Arseiyah binmeden önce son bir kez dönüp etrafına baktı. Sonbaharın son günlerinde Siveretz'de hava serindi ve kale gri göğün altında hüzünlü bir görüntü veriyordu. Derin bir nefes aldı ve tüm ömrü boyunca ikinci defa Siveretz'den ayrılmak için adımını arabanın içerisine attı. Bu yolculukta annesi yanında yoktu. Yalnızdı.


 Niyetiniz bebek Efi'yi üzmek mi? 🥺

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Niyetiniz bebek Efi'yi üzmek mi? 🥺

Kışa Meydan Okuyan GülHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin