Han kapısının yakınında duran Arseiyah, derin bir nefes aldı. Bütün bu anılar ve düşünceler aklından geçerken, ona çok uzun bir zamandır burada dikiliyormuş gibi gelmişti. Fakat bu süre zarfında hiç kimse handan ayrılmamıştı. "Belki de sandığımdan daha kısa süre geçmiştir. Azıcık daha kalırsam sıkıntı olmaz sanırım." diye düşündü. Tekrar sırtını duvara yasladı. Gözlerini boş sokağa dikip "Lütuf" u düşündü. Ona bahşedileni.
Büyü değildi. Hiçbir şey yazmamış, çizmemişti. Zaten o zamanlar okuma yazmayı bile bilmiyordu. Efsunlu olabilecek bir söz de söylememişti. Lütuf bambaşka bir şeydi. Arseiyah için yürümek, elini masanın üzerindeki bir tabağa uzatmak kadar sıradan, zahmetsiz bir hal almıştı. Bu özel güç işte onunla böyle bir bütünlük içerisindeydi.
Lütuf, yalnızca onda olan bir yetenek değildi. Fakat dünya üzerinde yaşayan çok az kişiye bahşedilmişti. Arseiyah'ın lütfunun şaşırtıcı bir durumu da vardı. Bu lütfa yüzyıllar önce biri daha mazhar olmuştu. Bu öylesine büyük bir etki bırakmıştı ki Arseiyah gibi 9 yaşındaki cahil bir kız çocuğu bile bundan haberdardı. Peki nasıl olmuştu da bu lütuf, altı yüz küsür yıl sonra küçük kızın avuçlarında belirmişti? Öğrenilirse Arseiyah'a ne olurdu? O, seçilmiş miydi? Lanetlenmiş miydi? Yoksa söz konusu kişinin soyuyla kan bağı mı vardı? İşte bu belirsizlikler, korkular Arseiyah'ın babası hakkında düşünmekten şiddetle kaçınmasına sebep olmuştu.
Böyle bir durumda insanlar birçok farklı yolu benimseyebilirdi. O; yok saymayı, görmezden gelmeyi seçmişti. Korkuyordu. Annesi yüzünden mi bilmiyordu ama o karanlık yolda, ne ile karşılaşacağını bilmeden yürümekten korkuyordu.
Lütuf, onun hayatını kurtarmıştı. Eğer bu güce sahip olmasaydı hayatta kalamazdı. Bu sebeple devamlı şükrediyordu. Lütfu, bir lanet olarak görecek kadar nankörleşmemek için ne evveliyatını ne de ahirini düşünüyordu. Kendini yalnızca bugünü yaşadığı bir aymazlığa kaptırıvermişti.
Hanın kapısı açıldı. Tümü daimî müşterilerden oluşan bir grup dışarı çıktı. Hepsi ona veda etme amacıyla gülümseyerek başlarını eğdi. Sadece Forsen isimli zanaatkar onunla konuştu. Hafif çakırkeyif bir hali vardı. Arseiyah'a doğru dönünce, koluna girdiği arkadaşı da yüzünü çevirdi. Bu grubun içerisinde en fazla samimiyetinin olduğu kişi Forsen'di. "Hey Ars ne yapıyorsun? Orada sessizce bekleyerek, hesabını eksik ödeyen bir çakala pusu mu kuruyorsun?" dedi.
"Sence benim gibi bir profesyonel, senin gibi bir ayyaşın bile anlayacağı bir pusu kurar mı?"
"Hadi be sende!" anlamına gelecek şekilde elini salladı. Arseiyah "Acaba istemeden sert bir tonla falan mı konuştum?" diye düşündü; çünkü Forsen'in koluna girdiği adam, epey belirgin bir biçimde yutkunmuştu.
"Neyse bi ara dükkanıma uğra. Elime kaliteli deri geçti. Sana da bir çift bot yapayım ha, ne dersin?"
"Elbette Forsen Usta. Yalnız en iyi çifti sana katlandığı için Lal Abla'ya yapmalısın. Kendisi kesinlikle sabrı için ödüllendirilmeli."Forsen de dahil gruptakiler kıkırdadı. Arseiyah, onlara arkasını dönüp kapıdan girmeden önce Forsen'den, hanın ihtiyacı olan yumurtaları satın aldığı karısına selam söylemesini istedi.
Avluya döndüğünde hızlıca kalan müşterilere göz gezdirdi. Aralarında pek fazla yabancı yoktu. Olanlar da handa misafir ettikleri sessiz sedasız yolculardı. Dün de burada kalmışlardı ve yarın sabah işlerini bitirdikleri için yola çıkacaklardı. Geri kalanlar, Siveretz vilayetinin sakinleriydi. Akıllarını peynir ekmekle yememişlerse bir soruna sebep olmazlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kışa Meydan Okuyan Gül
FantasyHiç kimse üzerine kara bulutların çöktüğü, dünyadaki cennet olarak görülen bu görkemli imparatorluğun başına onun geçeceğini hayal edemezdi. Arseiyah, başkente uzak bir vilayette yaşayan kimsesiz bir genç kızdı. Ne damarlarındaki kan, ne de ona ba...