Bölüm 2

67 34 17
                                    

Bölüm 2: "Kader Bağları"

Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun.
(Atilla İlhan)

***

Bazen olmaması gereken şeyler olurdu, durduramazsın... zamanın durmasını istersin fakat elinden birşey gelmez gözümü açıp kapayıncaya kadar zaman akıp gidiyordu aynı suyun avuç içimden kayıp gitmesi gibi. Son yoktu, başlangıç düşüncelerimin ufuklarının eteğinde bana el sallıyordu, bekliyorum.. Bekliyorum çünkü ilerisini göremiyorum. Karanlıkta ancak fenerle ilerleyebilirdim ama o da bende şu anlık bulunmuyordu. Nereden ve nasıl bulacağımı da bilmiyorum. Ben kendi yolumu bulamazken ileriyi gösterecek beni karanlıkta aydınlatacak feneri nasıl bulacaktım ki zaten. İçimde verdiğim savaşa kafa tutabilecek güç içimde yoktu. Zihnim bana karmaşık oyun oynuyordu, kuru sıkı kurşununu etrafa rastgele sıkıyordu. Elimi kendime siper ettim, içimdeki korkuyu öylesine hissettim ki iliklerimde sancılar vardı.

Ne demek kardeşimi dövüyorlardı? "Cansu.." dudaklarım düğümlenir gibi oldu. "Ne oldu? Sakin ol." Dedi. Nasıl? Nasıl sakın olabilirdim ki. Daha fazla duramadım, ayaklandım. "Nereye?" Dedi, kaşları katılmış ağzımdan çıkacakları bekliyordu. "Anıl.." Hayatta ilk defa böyle birşey duyuyordum, koşar adımlarla hatta bazen koşuyordum. "Kavga..." diyebildim. "Ne!" Diye ciyaklama duydum, o da ilk defa böyle birşeyle karşılaşıyordu. Yüzüm sanki her saniye olabilecekmiş gibi daha da geriliyordu. Nefes almakta zorlanıyordum, Cansu da peşimden geliyordu, nefes nefese kalmıştım ama yokuşu hızla çıkmaya devam ettim.

Sonunda vardığımda kafede kargaşa vardı, herkes birbirine girmişti. Koşturarak içeri girdim, Anıl'ı aradı gözlerim.

Uzun boylu adam elindeki sandalyeyi karşısındaki sarışın adama fırlattığını gördüm. Hayli şaşırdım. Yan masada, "Ulan orospu çocuğu gördüm baktığını niye yalan söylüyorsun?" Dendiğini duydum. Ağzım açık kaldı. Kasların arasından geçerken kardeşime birşey olmamasını umuyordum.

'Anıl seni geberteceğim!' diye geçirdim içimden. Az ileride onu gördüm, ellerinde kocaman biri duruyordu. Evet şaka yapmıyorum kesinlikle. Çocuk öylece durmuş Anıl'a bakıyordu. Anıl biraz daha hırpaladı, kapşonlu sweatini çekiştirdi. "Lan konuşsana! senin benim ablamla ne işin var!" Ne? Anıl kendine bir mezarlık beğensen çok iyi olur çünkü bu saaten sonra yaşayabileceğini düşünmüyorum. Kafedeki sesler yüzünden çocuğun ne dediğini duyamadım. "Anıl!" Dedim ama beni duymamıştı. Bu çocuk neden böyle yaptı şimdi? Sabır çeke çeke, önümde kırılan bardaklara basmamaya çalışarak yanına vardım.

Arkadaşları kolundan çekse de Anıl'ın çocuğu bırakmaya niyeti yoktu. "Anıl!" Diye yüksek sesle bağırdım bu sefer. Hem ben hemde karşı taraf nefesler içinde kalmıştı. Anıl'ı kolundan tutup çocuktan uzaklaştırdım. "Sen ne yapıyorsun Anıl delirdin mi?" Kafede garsonlar kavgayı ayırmaya çalışıyordu. Garip sessizlik oluştu kısa bir an. "Nerede kaldın abla? Biz de sevgilinle tanışıyorduk." Dedi iğneleyici şekilde. "Anıl.. Anıl.. sana inanmıyorum." Dişimi sıkmaktan kırılacak gibi hissettim. Aptal bu çocuk, kısa bir an sabır dilendim.

Kafede sorun çıkaranlar bir bir dışarı çıkarılıyordu. Ben ne yapacaktım şimdi? Duyan herkes kafenin önünde dizilmiş içeride neler olup bittiğini anlamaya çalışıyorlardı. Kardeşimin kavga ettiği adama döndüm, bakmaya ancak fırsatım olmuştu. Anıl da hasar olmasa da karşımdaki adam için öyle diyemeyeceğim çünkü üstübaşı dağılmıştı. "Ben çok özür dilerim," dedim adama mahcubiyetten bakamıyordum bile. "Ne özür diliyorsun abla ya?" Dedi. Hala konuşabiliyordu ya yani gerçekten sabrım azalıyordu. Sabır.

ELZEMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin