Lishey prensesi, ellerinden başlayarak bedenine yayılan taşlaşma karşısında afallamıştı. Daha önce ölüme çok yaklaştığı olmuştu, o zaman bile bir an olsun göğsünde atan kalbin duracağına ihtimal vermemiş, korkuya teslim olmamıştı. Şimdi ise korkuyordu. Dev kayaya güçlü sarmaşıklar tarafından yapıştırılmış halde olan Adya'nın tam karşısında Tanrıça vardı. Prensesin ölümünü büyük bir beklenti ve zevkle izliyordu. Yüzü ifadesiz görünse dahi etrafına yaydığı kutsal enerjinin hissettirdiği ezici güç bu duyguları barındırıyordu.
Adya debelenip durmayı bırakmıştı. Gözyaşları yanaklarından süzülüyor, boynundaki kolyenin taşına dokunuyordu. Teslimiyet göstermekten başka çaresi yoktu. Yapamadı. Birkaç dakika içerisinde Ağlayan Ağaç'ın girişindeki heykellerden farkı kalmayacaktı. Kendi canına duyduğu bağlılık kadar Lishey halkına duyduğu bağlılıkla, ölümünden sonra Valerian ile olan savaşta kaybedeceklerini bilmenin dehşeti ile paniğe kapıldı. Teslimiyet kaybedecek şeyleri olmayanlar içindi, hiçbir şeyi umursamayanlar için.
Adya ülkesindeki her canı önemsiyordu.
"Lütfen. Gaia. Anlıyorum atalarım yanlış tercihler yaptı." Beyaz hissizlik şimdi omuzlarına ulaşmıştı. "Ama suçlu olan bizlersek halkımın acı çekmesine gerek yok. Kendimden vazgeçiyorum, peki savaş ne olacak, halkım, kadınlar erkekler ve çocuklar?"
Sesi titriyordu. Tüm bu acınası sesleniş Gaia'yı ikna etmeye yetmedi, Tanrıça duruşunu hiç bozmadı. Orman zeminden yükselen bacağı andıran uzuvları, tabiata benzerlik gösteren teni ve simadan uzak yüzü. Hiçbir kıpırtı olmadı.
"Onu sen düşünme." Adya bu sesi zihninde duydu. Gözlerini kapattı, ölürken gördüğü son şeyin bu sözde kutsal, iblisimsi yaratık olmasını istemiyordu. Zihni onu mutlu etmek için sevdiği insanları göstermeye çabaladı. Komik şekilde aklına ilk gelen annesi oldu. Onunla ilgili anıları mutluluk vermemesine rağmen çok ufak bir an hatırladı. Annesinin ona dans dersi verdiği, adımlarını nasıl doğru atacağını ve ritme uyacağını öğrettiği, eskiye dair ufak bir görüntü.
Tatlı bir anıydı. Annesi hakkında düşüncelerinin çocuksu masumluktan öte olmadığı, babasının taht için kendi kardeşlerini henüz katletmediği ve Adya'nın her şeyin güzel olacağına dair umudunu koruduğu zamanlardı. Kırmızı bir elbise giymişti. Elbisenin etekleri kabarık tüllerden oluşuyordu ve kollarına doğru rengi açılıyordu. Çiçek gibiymişim diye düşündü. Paytak paytak adımlarla dans etmeye çalışan güzel bir çiçek. Kapalı gözlerinin ardında annesini ve küçük bedeni ile kendini hayal etmesi başka bir şeye evrildi.
Valerian'a.
Birinin elinden en değerlisini almak kadar ne acıtabilir canını?
Adya en değerlisini kaybetmiş miydi? Onun için değerli olabilecek ne vardı? Elinden alındığında canını yakacak?
Canı mı?
Dudaklarında bir gülümseme belirdi. Delirdiği yoktu, sadece canından olmak o kadar acı verici değildi. Aksine uykuya dalmak kadar hafifti.
Sevdiği insanlar: kardeşi, babası, Kareyn, Bursha, Chay hatta yeni tanışmış olmasına rağmen son derece kendini yakın hissettiği Valttery Tuomas. Onları kaybetmenin ne kadar can yakıcı olduğunu tatmamıştı en azından. Kendisi için değerli olan ve ölümüne şahitlik ettiği tek kişi yanından ayırmadığı, önemli bir yadigâr olarak gördüğü hançeri veren biricik halasıydı. Onu kaybettiğinde tam olarak hatırlayamadığı bir yaştaydı, yine de acısını her zaman hissetmişti.
Birlikte büyüdüğü insanların ölümünü görmekse hiç tatmadığı kadar yıkıcı olmalıydı. Böyle bir deneyimi olmadığı için şanslıydı. Şimdi ise...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mevsim Krallıkları Kitap 2 Kan Teklifi
FantasyTanrıça uyanıyor. Mevsim Krallıkları'nda dengeyi bozanlar adına ölüm geliyor. Adya Lishey, Krallığın savaşta ezildiğine şahit olurken güce ulaşmanın tek yolunun Tanrıça'nın hükümlerine karşı gelmek olduğunu anlıyor. Artık seçim onun ellerinde: Kaçm...