bas gaza, aşkım, bas gaza.

29 11 6
                                    

bunun için çok genç değil miyiz? hareket edemiyor gibi hissediyorum

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

bunun için çok genç değil
miyiz? hareket edemiyor
gibi hissediyorum.

★ ★ ★

gözlerimi araladığımda gördüğüm beyaz ışıklarla, kamaşan gözlerimi kırpıştırdım.

beyaz tavan?

iyi de benim odamın tavanında neon yıldızlar vardı.

başımı sağa çevirdiğimde, küçük sehpa ve üzerindeki su bardağıyla kaşlarımı çattım. sola baktığımdaysa serum direğini görünce, serumun yolunu izledim ve beyaz kolumun tam ortasındaki manzarayla yüzümü buruşturdum.

bacaklarımı hissetmiyorum, bir dakika. kolumun yanındaki koyu kahve saçların sahibini yüzünü beyaz çarşaflara gömdüğü için göremiyordum. o an aklıma görüntüler doldu.

"ah, şu çakmak!" diye sinirle tısladım ve hareket etmeye çalışınca ağrıyan başımla acı dolu bir inleme bıraktım.

"chuuya."

bu kısmı oynamak istemiyorum.

çatallı ve boğuk sesiyle tekrar bakışlarımı yüzünü çarşaflardan kaldırmadan konuşan bedene yönlendirdim.

"piç kurusu." sesim kısıktı. kafasını yavaşça kaldırıp gözlerime baktı. keşke bakmasaydı.

"hastanedeyiz."

ama oynadım ve genç hissediyorum.

tahmin ettiğim cevabı verince aklıma gelen sorularla ağzımı açmıştım ki, tekrar dudaklarını araladı.

"dövdüm onları. çakmağımı aldım. kafana vurdukları için bayılınca da arkadaşımın hastanesine getirdim."

kafamdaki tüm soruları hesap verir bir tonda cevaplamıştı ama gözleri beynimin yeni sorular yumurtlamasına sebep oluyordu.

bu kısmı zorlaştırmak istemiyorum,

koyu kahvelikleri derin bir çukuru andırıyordu. çökmüş göz altları, solgun ve bembeyaz yüzü, hayır bu beyazlık ona has değildi. yüzünü unla kaplamışlar, casper'a benziyor sanki. oysa teni esmerdi bu aptalın.

ama şimdi yapacağım çünkü ben hâlâ...

yine konuşmak için ağzımı araladığımda vampirim sanki, sokmuştu ağzıma sarımsağı. mecazdan anlamayanları banlarım.

"serum bitince eve gidebilirsin, dediler, son bir yoklamadan sonra."

kalbimi paylaşıyorum.

"tanrı falan mısın?"

içeri giren hemşireyle bakışlarım anlık kaysa da tekrar yüzüne odaklanmıştım.

zoraki bir gülümseme. sanki ataçla geriyorlar dudaklarını amip beyinli.

"oh, geç anladın ama olsun."

"siktir, amına koyduğum."

"kirli ağzın var."

"senin beynin kirli."

"bunlar yatakta söylenecek şeyler, chuuya!"

o kadar hızlı bir şekilde diyalog kuruyorduk ki, düşünmeme izin vermiyordu. son cümlesiyle ensesine tokat atan hemşireye karşın yüzünü buruşturup elini ensesine götürdü.

"sussana, çürümüş balık."

"tosano," diyerek bir şeyler mırıldanıyordu. ayrıca dudaklarını büzmüştü. velet yeminle.

bu haline gözümü devirirken elinde not defteri olan kadına baktım, daha dikkatli incelemek adına. kısa mor saçları arkaya taranmıştı ve kahkülleri gözlerine geliyordu, ancak o gözlerini saklamıyorlardı. sağ kısımdaki mor tutamlarda, biraz yukarıda duran kelebek tokasında takılıp kalınca, kolumda bir boşluk hissetmem aynı olmuştu.

bu beni parçalara ayırıyor.

"kelebekleri severim," serumu çıkardıltan sonra pamuğu küçük kırmızı noktaya yerleşterdi ve kolumu bükmemi sağladıktan sonra devam etti, "bu şapşalın bir arkadaşının olması şaşırttı beni."

"arkadaş değiliz," dediğimde irileşmiş gözleriyle, kaşlarını kaldırıp bir dazaiye, bir de bana baktı ve not defterini cebine attı.

ama şimdi gidersem, bebeğim, biliyorum ki, seni özleyeceğim.

"oh, anlıyorum."

dazaiye göz kırptıktan sonra odanın kapısını açtı. "eve gidebilirsin. kafana dikkat et, sert bir darbe olmuş ama ne şans ki, hasar yok. evde uyuyup, dinlen biraz. kolay gelsin şu manyakla." kapanan kapıyla ayaklanan bedene baktım. oturduğu için uzun boyunu unutmuştum, lanet olsun. dev lan bu.

elimden tutmalar, aç olup olmadığımı sorup bana yemek ısmarlamalar, bana destek olup eve kadar bırakmalar falan işte.

lan ne büyük hayeller, tam bir kore yaz dizisi.

hastaneden çıkalı bir saat olmuştu ve ormandaydık. şu önde yavaşla dememe rağmen hızla giden bedenin arkasından sürükleniyordum. kim hastaneyi o kadar ağaç olan bir ormanda inşa ettirir? zaten hastanenin boş olmasından şüphe etmeliydim. hayeller Extraordinary You, gerçekler Sweet Home.

"ulan! Bir yavaşlasana!"

bilmem kaçıncı bağırmamdı bu. ama umursanmıyorum ki! hâlâ o garip şarkıyı mırıldanıyor ben ise ona yetişmeye çalışıyorum. üzgünüm, kalın kalçalarım, ince bacaklarım, pembe topuklarım.

"geldik," deyince aniden durdu ve işte deminden beri yetişmeye çalıştığım bedenin tam yanında durmuştum artık. baktığı yere bakışlarımı çevirdiğimde dudaklarım 'o' şeklini alırken gözlerim de büyümüştü.

"vu... bu Honda CBF 150, değil mi?"

gözlerimi tam yanımda duran bedenin yüzüne çevirdiğimde dudakları memnunca kıvrılmıştı.

"motordan anlar mısın?"

"hem de nasıl!"

sesim bu kadar hevesli ve mutlu çıkmayalı ne kadar süre olmuştu acaba?

"sürmeyi bilir misin?"

kırmızı ateşten ayırdığım gözlerim onunkilerle tekrar buluştuğunda kafamı sallayarak devam ettim. "arkadaşımınkini kullanarak öğrendim ben bu bebeği," motora yaklaşıp elimi üzerine sürttüm, "yani, artık eski arkadaşım." sesim sonda biraz kısılsada, motorun heyecanıyla çok umursamadım. arkaya tekrar döndüğümde bana atılan anahtarı son anda kurtarmıştım yere düşmekten.

bir adam olmak için ne yapabilirim?

"şoför sensin." diyerek motora yaklaşmış ve kaskın birini avuçları arasına alarak takmıştı. diğer kaskı bana uzattığında bir an tereddüt ettim. "güveniyor musun, sorunsuz sürebileceğime?" gülümsedi. "aksi uzun zamandır arzuladığım çifte intihar olurdu." gözümü devirip kaskı aldım ve taktım.

motora oturup, bir kaç işlemi kontrol ettim. o sırada arkamda hissettiğim sıcaklık ve arkadan belimin sarılmasıyla aşağı baktım. parmaklarındaki yaralar o zaman gözüme çarpmıştı.

"bas gaza aşkım, bas gaza. kim tutar seni? Bas gaza."

"sus, kerentekele sıfat."

çok güzel bir tesadüftü. yıllardır hayalini kurduğum motorun şu an üzerinde olmam.

ve seni her öptüğümde, kırılmanın sesini duyabiliyorum.

thenbhdHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin