18. Zamansız Düşen Yapraklar
Rüzgârın sert vuruşları ağaçların yapraklarını sallıyordu. Bazıları da dayanamayıp yerle buluşuyordu. Yere düşen yapraklar her yere uçuyor bazen bir kovukta, bazen bir kuytuda bezen de bir yürekte unutulup kalıyordu. Artık ne uçabiliyor ne de bir dalın ucunda sallanabiliyordu, geriye dürümeyi beklemek kalıyordu.
Sessiz adımlarla ilerliyordu Yavuz. Etrafı en ince ayrıntısına kadar izlemeye her detayı aklında döndürmeye çabalıyordu. Aklında kalan, anılarını canlandıracak en küçük ayrıntıya muhtaçtı. Hem de acilen, başka canlar zarar görmeden hafıza kartının yerini anımsamalıydı.
Karakoldan çıkar çıkmaz buraya gelmişlerdi ve Yavuz sabahtan beri ayakta olduğu için sağ ayağının bilek kısmı ve biraz üzeri çok fena ağrıyordu. Bacağında ki ağrı neredeyse tüm vücudunda vurmuştu ya da o öyle hissediyordu. En yakın zamanda hastaneye gitmek farz olmuştu. Fakat Yavuz'un eli başına değip gidebileceğini sanmıyordu.
Bazen ayağının ağrısından adımları tökezliyor, olduğu yere çöküyordu. Bu yüzdendi; pantolonunun toz toprak olması, yer yer otları taşıması.
"Biz şimdi ne yapmaya çabalıyoruz?" Dedi Onur, kendince haklı bir soruydu.
Zahit, yere çökmüş ellerini başına dayamış Onur'a esefle baktı. Neden bir şeyleri anlaması bu kadar uzun sürüyordu? "Yavuz'un anılarını canlandırabilecek en ufak bir şey arıyoruz, o da olmazsa onlardan bir iz. Kartal bir iz bırakmak zorunda, yoksa elimizde hiçbir şey olmadan ordan oraya sürükleniriz. Ciddi mânâda elimizden hiç bir şey gelmiyor."
"Onca masum canın katledilmesi beklemek dışında!" Dedi Yavuz kendine olan öfkesi boyunu aşıyordu. Bu nasıl unutlulabilirdi?
İki elini gerginlikle siyah tutamlarının arasından geçirdi. "Masumların canı yanacak ve bunun en büyük yardakçısı ben olacağım!" Yavuz'un sağ eli yumruk halini almıştı, öfkesini bir yerden bir şeyden çıkarmalıydı. Yoksa içinde birikip onu içten eritecekti.
Her şey üst üste bire birden yıkılıyıordu. Ya yeni ayağa kalkmışken ya da en dipteyken. En dipteyken çöküyordu tüm bu her şey ve her umut kırıntısı.
Sağ yumruğunu sinirini, öfkesini ve bi dolu gerginliğini atmak için yanında ki kirtişli ağacın gövdesine vurdu.
Zahit hızla atılsa da yetişememişti.
Yavuz sağ yumruğunu defalarca kaldırıp tekrardan vurdu.
Her şey onun suçuydu! O hak ediyordu! Bu düşüncelerle beyni dolup taşıyordu. Yorgundu hem de çok, bitkindi hem de çok, gergindi çünkü masumların canı ince bir iplikteydi. Ve iplik hiç istemese de onun eline dolanmıştı. Ne koparabiliyordu ne de kesebiliyordu, her hareketinde bir urgan misali boynuna dolanıyordu.
Binlerce masumu katletmek bu kadar kolay mıydı sahi? Vicdanı körelmiş canî varlıklar yine kendi türüne kıyıyordu. Kendi taşıdığı silahla yine kendi canına kast ediyordu.
Zahit cebinden bir mendil çıkarıp Yavuz'un kan damlatan eline uzandı. Fakat yarasını saramamıştı.
"Bırak kalsın" dedi Yavuz içinde ki acıyla.
"Bırak kalsın, şu bir kaç damla masumların benim yüzümden akacak olan kanından çok değil!"
Yavaşça elini geri çekti Zahit. Yavuz'un neden kendisini suçladığını ve tüm yükü kendi omuzlarına aldığını anlayabiliyordu fakat yarasını sarmamak ona göre fazlaydı.
Zahit'e göre can kurtarmaya önce kendi canından başlayacaktın sonra diğer canlar. Zira kendi canı yok olursa hiç bir kimseyi kurtaramazdı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hafıza Kartı
AksiBoş bir beyin, tanımadığı insanlar, koştuğu yollar ve daha nicesi... O nasıl mafyanın birisine bulaşmış olabilirdi ki? Peki ya polislerle ne alâkası vardı? O kimdi? Sen kimdin? [ Kapak tasarımı kendi şahsıma aittir. ] [Wattpad'de 'hafıza kartı' isim...