17

117 11 9
                                    

pekala. savaş henüz başlamamıştı.

henüz.

çünkü sanıyorum ki minghao'nun seungkwan ile ilgili her şeyi anlatışından sonra jisoo'ya kitlenip kalması, dersleri yüzünden bir haftadır uyumamış olmasıyla beyninin erimesi sonucunda, dediğimiz hiçbir şeyi anlamamasından kaynaklanıyordu.

seungkwan'ın mesajını jisoo'ya söylemeyecektim. cidden, böyle bir kaosu çıkarmayacaktım. ama aynı yarışmadan öncesinde minghao'nun telefonumu kolaylıkla açabilmesi gibi, jisoo da yalnızca süt almaya gittiğimde telefonumu açmış ve bakmıştı. onu şüphelendiren bendim. telefona o kadar uzun süre kaşlarım çatık bakmıştım ki, kendini artık abim gibi gören ve beni koruması altına alan psikopat hyungum telefonumu izinsiz almıştı.

bunun için kimseye kızacak değildim, hiçbir zaman özel alanım olmamıştı zaten.

ama minghao'nun hala tepki vermemesi beni bir tık geriyordu. uyuması gerekiyordu. sürekli siyaha boyadığı saçlarının asıl rengi kahverengi olan dibi gelmişti. göz altları çökmüş, yüzü zayıflamış ve berbat görünüyordu. dersleri dışında böyle olduğunu pek görmezdim. çalışkan ve hırslı biriydi. ama yarın gittiğinde yine harika görünecek kadar iyi makyaj yapacağını ve ona göre davranacağını bilecek kadar onu tanıyordum. gördüğüm en harika insandı.

bu yüzden elimde tuttuğum hapı açık olan ağzına attım ve yüksek ihtimal bir anda boğazına yapıştığı için nefessiz bir ses çıkardı. umursamadan elimdeki suyu ona içirdim. zorla da olsa bunu başarmıştım. zaten gücü yoktu.

"seungkwan dedinlen tetikçi, benim wonwoo'mun hoşlandığı çocuğun eski nişanlısıyla yakın arkadaşmış ve plan yapıyormuş?" dedi minghao. tek gözü atıyordu. bunu net görebiliyordum. sinirliydi, uykuluydu.

"telefonuma bakma hakkını sana kim verdi?" diye homurdandım jisoo'ya. minghao'nun evinde, kıç kadar mutfakta, etrafı topluyordum. hemen arkamda kare masada minghao'yu kitaplarının üzerinde baygın bulmuştuk. jisoo o kadar sinirliydi ki minghao'yu ayıltıp her şeyi anlatmaya başlamıştı.

"şifresi 1234 olmasaydı o zaman." dedi minghao. kelimeleri anlamakta zorlandım, gevşek gevşek güldü.

"ne zaman? yarın gece mi? tamam. hallederiz. bende geliyorum.

"saçma sapan konuşmayın, ben bile gitmiyorum." dedim. su doldurdum, jisoo'ya uzattım. "gereksiz kaosa gerek yok. mingyu koskocaman adam, eski nişanlısıyla benim aramda seçim yapması gerekmeyecek, aşk üçgeninde değiliz."

"aşk üçgeninde değilsiniz ama seni mingyu'dan uzaklaştırmak, o kadının seninle uğraşması, seni kışkırtması ve daha nice sorunlar. bunlar için kafası yılanlığa çalışan biri lazım." dedi minghao. jisoo ile birbirlerine baktılar.

"gitmiyorum aloo?" dedim. "hatta şimdi mesaj atacağım."

"gideceksin." dedi jisoo. omuz silkti.

"GİDECEKSİN VE MİNGYU'NUN SENİN OLDUĞUNU ONLARA GÖSTERECEKSİN." minghao ayağa kalktı, elini yumruk yapıp havaya kaldırdı.

sonra da uyku hapı yüzünden yere bayıldı.

...

bok gibi zengin bir ailenin malikanesine giderken bile aklımda seungkwan vardı. açıkçası bu konuyu mingyu ile konuşmak istiyordum, hem konuşmuş olmak için (sesini duymayı özlemiş olabilirdim) hemde natasha gelirse beni tanıyıp yalanımız ortaya çıkacağı için.

böyle bir aramada natashanın geleceğini nereden biliyorsun sorusu gelebilirdi. o zaman yalnızca seungkwan hakkında şüphe duyduğumuz cevabından başka cevap yoktu.

71           /minwonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin