24

87 10 10
                                    

koltukta oturmuş sinirle mingyu'nun görüşemediğimiz bir haftanın sonunda yanımda bilgisayarı ile uğraşmasını izliyordum.

cidden bir haftadır onu veya diğerlerini her aradığımda aşırı meşgullerdi. buna cidden inanıyordum çünkü birinde mingyu'nun görüntülü arama isteğimi büyük bibi açmıştı ve kucağında kangurusunda küçük bibiyle silahlı saldırıdaydı?... onlara cidden inanıyordum.

herkesi arayıp ulaşamadıktan sonra en son dokyeomu aradığımda ağlıyordu?... nedenini sorduğumda üç gündür uyumadığını ve sürekli plan düşündüğünü söyledi... cidden kalbim acımıştı.

ben ise harry ile piyano dersinde ona ikinci notasını öğretmiş ve kırmızı arabasıyla yanağımı kanatmasına izin vermiştim. bir aydır öyle böyle görüşüyorduk ve artık o çığlık attığında bende çığlık atıyordum ve Harry şaşkınlıktan susuyordu. notaya basmak istemediğinde laf anlatmaya çalışmak yerine öylece ona bakıyordum ve dakikalar süren bakışımdan rahatsız olup ders yapmaya razı geliyordu. bu çocuk delilik ve psikopat hareketlerden anlıyordu.

"hey mingyu," diye seslendim. ensemdeki saçlarla oynamayı bıraktım ve gözlerimi televizyondaki gose bölümünden ayırmadım.

"evet?"

"koca bir şirketi yaktım." dedim. bakışları bana döndü. ona baktım. gözlüğüm yoktu, göremiyordum.

"ve?"

"ebeni sikmemem için o bilgisayarı yerine bırak ve yanıma gel."

mingyu bir süre suratıma baktı. ya da başka bir yere, bilmiyorum. göremedim. sonra bilgisayarı kapatıp yanıma oturdu. bacaklarımı üzerinden geçirdi ve bir nevi kucağında yan oturuyordum.

"özür dilerim. hiç seninle ilgilenemedim. ama hala şirketi nata-"

bakıştık.

"sansür kelime neydi unuttum."

salaktı. aşırı salak görünüyordu. aklı öldürmekten başka bir şeye basmıyordu ve bu bazen tatlıydı.

"natabok." dedim. bu sansür kelimeydi. bu ismi uzun süre duymak zorunda olacağım için böyle bir çözüm bulmuştum.

mingyu güldü. "natabok'dan ve babasından sıyırmaya çalışıyoruz. hatta bir saate gitmem gerek. cidden bunları telafi edeceği-"

"tamam tamam. sorun değil." dedim elimi sallayıp. aslında meşgul olduğunu bildiğim için gelmeyecektim ama mingyuyu sarhoşken öptüğümden beri ne bir daha öpüşmüş ne de o konu hakkında konuşmuştuk. bana çıkma teklifi etsin demiyordum ama en azından hissettiklerini dile getirmesi güzel olurdu. buraya da bu hisleri konuşmak için gelmiştim çünkü biraz daha düşünürsem kafayı yiyecektim.

elimi çantama attım. saklama kabını çıkarıp kucağıma koydum.

"bak sana ne yaptım."

mingyu şaşkınca kucağıma baktı.

asıl plan, bu kurabiyeler ve mingyunun bana getireceği süt ile bu son derece ciddi gönül meselemizi konuşmaktı.

ve un kurabiyesini sevdiğini biliyordum. yaptığım şeyleri takdir etmesine ihtiyacım vardı çünkü minghao ya da jisoo bu konuda bana yardımcı olmuyorlardı. ne yapsam laf ediyorlardı. ne yapsam...

üzerindeki siyah atlete ve kaslı baldırlarını ortaya çıkaran şortuna bakmamak için büyük savaş veriyordum. cidden...bu adamın her hali böyle azdırıcıydı.

"bu ne-"

ah, hayır.

kapı çaldı ve mingyu kafasını geriye yatırıp küfretti. aslında bende sinirlenmiştim çünkü konuşmamız gerekenler vardı ama mingyu kafasını geriye atıp o esmer boynunu gözlerime serince nefesimi tutmaktan başka bir şey yapamadım. dikkatimi çok dağıtıyordu bu çocuk.

71           /minwonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin