31

19 5 0
                                    

mutluluğumu ne keeho'nun çığlığı ne de wooyoung- san ikilisinin bakışları bozabilirdi. bu yüzden kapı açıldığında ve dokyeom bıkkın bakışlarıyla bize baktığında tek yaptığım yavaşça yan oturduğun mingyu'nun kucağından kalkmaktı.

tabii utanmıştım ama kolye ve bileklik çok güzeldi ve diğerleri hiç umrumda değildi.

"sanırım neden özel misafir olduğunu şimdi anlıyorum." dediğini duydum keeho'nun.

"mingyu, ortaklar geldi. acil bir görüşme istiyorlar."

"yarın olacağını söylemiştim. kesin bir dille. bugün hiç iyi bir gün değil benim için."

"yarın fransaya acil bir işleri çıkmış. bu sorumsuzluktan dolayı ekstra nakit vereceklermiş."

"gerçekten iyi değilim. uyumam gerek, ilaçları almadım. sabah ortaklardan biriyle tartıştım ve adam hala beni arıyor. diğerleri gelemez mi? seungcheol?"

dokyeom omuz silkti. "hepsi görevde."

mingyu ayağa kalktığında üzerini düzeltti ve bana baktı. masasının üzerini işaret etti. "senin için yemek sipariş etmiştim, beraber yiyebilirdik ama toplantı uzun sürebilir." dedi.

masanın üzerindeki poşetin içinden tavuk kutusunu alıp, "bunu alıp diğerleriyle yerim. şuan yemek saati değil mi? işin bitince beraber tekrar yeriz. bugün çok açım."

tamamen bana döndüğünde iki büyük adımla yanıma geldi ve eğilip yavaşça yanağımı öptü. içeride dokyeom, kapıdan gizlice izleyen üçlü vardı ama yine de hoşuma gitti.

"üzgünüm. hızlı bitirmeye çalışacağım."

"önemli değil." el salladım. mingyu önüne döndüğünde keeho ve woosan ikilisi yüzünde ne gördü bilmiyorum ama, "tamam patron." dediler.

odadan çıkarken merdivenden çıkan takım elbiseli adam ve kadınları gördüm. kadının biri beni süzüp göz kırpıp içeri girdiğinde en son giren uzun, yapılı beyaz tenli adam önümde durmuştu.

gözlüklerimin üzerinden ona baktığımda gülümsedi. "merhaba, nasılsınız?" dedi.

bizimkiler garip sesler çıkarırken, "iyiyim." diye mırıldandım ve geçmek için hareket ettim ama önüme geçti tekrar. "çok güzel gözleriniz var. isterseniz-"

esmer tenli yara izi dolu el bana uzatılan eli tutup kendine çevirdiğinde adam ne kadar yapılı olsa da oraya çevrilmişti.

mingyu'nun sol gözü atıyordu. yarım yamalak bir gülümsemesi vardı ve iyi bir his vermiyordu.boynu kırmızılaşmıştıkesinlikle baş ağrısı tekrar başlamış olmalıydı, bugün iyi gününde olmadığından da tekrar emin olmuştum.  "içeri. gelmiyor musun,  geom?"

geom denilen bana döndü, "sonra görüşürüz ufaklık." dedi. yüzümü buruşturup ona baktım.

"saygınızı koruyun. sınırı aşmayın. saçma sapan da konuşmayın. hadi gidelim."

hızla merdivene yöneldim çünkü mingyu'nun sinirli halini daha fazla görmek istemiyordum. ben orada olduğum için kendini frenlediğini biliyordum ve bu beni biraz ürkütüyordu. tamamen kontrolden çıkmış halini hiç görmediğim için, öyle bir anda ne yapmalıydım bilmiyordum. onu sakinleştiren ben olabilecek miydim, onu da bilmiyordum.

"ne gözü ne ufağı..."diye mırıldandı san. kırmızı saçları karışık duruyordu.

"hayır yani eniştemiz gayet boylu. kaç boyun?"

"181."

"tamam işte nerede ufak abi."

"kendi 190 olunca." dedi keeho. "biz kısa kaldık." sonra gözlerini kısıp bana baktı. "patronun manitası olduğunu neden söylemedin? fakbadi misiniz yoksa?"

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: 16 hours ago ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

71           /minwonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin