28

50 3 0
                                    

"harry, sana bir şey sormak istiyorum."

harry canavar gözlerini elindeki çikolatalı sütten ayırıp bana çevirdi. iki saatin, bir saati oyun, yarım saati dövüş ve yarım saati de dersle geçmesinin ardından onunla gitme konuşması yapabilmek için eline kendi çikolatalı sütümü vermiştim.

"şimdi biz bir aya yakın tanışıyoruz ya," dedim hızlı hızlı. her an dikkati dağılabilirdi canavar puştun. "ben gitsem üzülür müsün?"

kaşlarını çata çata bana baktı.

"yok, gitme."

"üzülürsün yani." dedim sırıtarak. yüzüme baktı ve daha da sinirlendi. neye sinirlendiyse yine.

"hayır, piç! siktir git."

"lan sana kim öğretiyor bunları..." diye ağzımı içinden mırıldanırken çoktan kafama sütün kartonunu yemiştim. o da oyuncak yığının üstüne çıkmıştı zaten. bana hırlıyordu. kendini hangi hayvan sanıyordu bilmiyorum, iki günde bir falan bunu yapıyor bazen üstüme atlıyor bazen oradan küfürler ediyordu. alışmıştım artık.

eşyalarımı toplarken, "bugün harikaydın harry. resmen beş nota öğrendin. gerçekten çok akıllı bir çocuksun. teşekkür ederim." diye ezberden her gün söylediğim şeyleri söylemeye başladım.

kapıyı açarken bana yine piç diye seslendi. arkamı döndüğümde bu sefer yerde oturuyordu ve yüzünde daha önce hiç görmediğim tatlı ifadesiyle bana bakıyordu. ben şok olmuş şekilde bakarken, "teşekkür. gel ama yine. gitme." dedi.

inanamıyordum.

bir yabaniyi eğitmiştim.

"rica ederim. görüşürüz." dedim ve odadan çıkıp koşarak aşağı indim.

gürültüye endişelenip koşarak gelen beth ve hizmetçi kadın jessi benim mutlu ifademe baktılar.

"neler oluyor?"

derin bir nefes verdim. "harry bana teşekkür etti."

ikisi de şok olurken jessi bir adım atıp, "bizim hayvan olan efendi mi?" dedi. beth onun kolunu cimcikledi.

hep beraber zıplamaya ve gülmeye başladık. ne yapıyorum ben diye düşünüp durduğumda bethin ağlayarak zıplamaya devam ettiğini gördüm.

jessi yere oturup ağlamaya devam eden patronunu teselli ederken ben evden çıktım. bu sefer kapıda birinci jun'u göremeyince etrafa bakındım.

evin koca bahçesinin sol taraftaki oturaklarında bana baktı ve göz kırpıp eliyle çıkış kapısını işaret etti.

oraya döndüğümde arabasına yaslanmış telefonuna bakan mingyu'yu gördüm. dün geceden beri hiç aramalarına bakmamış, mesajlarına kısa cevaplar vermiştim. dün gece hakkında sadece arabaya bindirildiğimi hatırlıyordum. sabah ölmüş de dirilmiş gibi kalkmış koşarak buraya gelmiştim.

jun'a kafa salladım o da bana eliyle ve yüz ifadeleriyle, iyi çakışmalar, dedi. bunu yaptığı o haraketten anlıyordum. bi de yüzündeki yaralar ve gözünün altındaki morluklarla müptezele benzemesine rağmen tatlı tatlı sırıtıyor. pis herif.

ilgilenmiyormuş ve onun orada olduğunu fark etmemiş gibi minghao'ya birkaç mesaj, grupta chan'a jaehyun ile ilgili olan ilişkisine dair birkaç imalı mesaj attıktan sonra mingyu'nun yanına vardığımda o zaten beni izliyordu ama ben onu yeni görmüş gibi kaşlarımı kaldırdım.

böyle salak saçma hareketleri niye yapıyordum bilmiyordum gerçekten.

"niye geldin?"

gülümsüyordu. maskesine rağmen gözlerinden görüyordum. bu sefer şapka takmamıştı. ama benim sivilcelerim gitmeyip aksine arttığı için ben maske takmaya devam ediyordum.

71           /minwonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin