Bölüm 8

106 24 2
                                    


Jake eve nasıl vardığını bile anlamadan, gelir gelmez duş almıştı. Sıcak suyun rahatlatıcı etkisiyle bir nebze olsun kendini toparladıktan sonra yorgun bedeniyle kendini yatağa attı. Beyninde yankılanan düşüncelerden ve üzerindeki yoğun stresten kaçmanın tek yolunu uyumakta buldu. Göz kapakları ağır ağır kapanırken, dış dünyadan tamamen kopmuş bir halde derin bir uykuya daldı.

O sırada babaları eve geldi. Chan cep telefonuna düşen okuldan gelen mesajı açtığında, oğlunun öğleden sonraki derslere girmediğini öğrenmişti. Bu durum karşısında endişelenen Felix, Jake'in odasının kapısını yavaşça araladı. İçeri adım attığında ise karşısında derin uykuda olan oğlunu buldu. Felix, oğlunda bir sorun olduğunu hemen anladı ama bunun ne olduğunu öğrenmek için Jake'in uyanmasını beklemekten başka bir çaresi yoktu.

Akşam saatlerinde, sonunda Jake'in odasından gelen birkaç tıkırtı duyuldu. Felix, beklemeden oğlunun odasına doğru ilerledi ve kapıyı nazikçe tıklattı. Kapıyı araladığında Jake'in yatakta sakin bir şekilde oturduğunu gördü. İçeri girerken yüzüne sıcak bir gülümseme yerleştirerek, "Canım, nasılsın?" diye sordu ve yavaşça yatağa oturdu.

Jake'in yalnızca omuz silktiğini gören Felix, endişeyle bakarak, "Bugün öğleden sonraki derslere girmemişsin. Hastalandın mı?" diye sordu. Jake'in kısık bir sesle, "Hayır, iyiyim," cevabı üzerine Felix, oğlunun yanağını okşayarak, "Sorun ne, birtanem?" diyerek yumuşak bir ses tonuyla sordu.

Jake, bir süre babasının gözlerine derince baktıktan sonra, içindeki fırtınayı yatıştırmaya çalışan bir ses tonuyla yalnızca "Baba" diyebilmiş, kelimeler boğazında düğümlenmişti. Felix, oğlunun içine düştüğü bu karmaşayı anlarcasına sakince gülümsemiş ve "Benimle her şeyi paylaşabileceğini biliyorsun. Şu an hazır değilsen de seni dinlemek için her zaman burada olduğumu unutma," demişti. Felix'in her kelimesi Jake'i biraz daha rahatlatıyordu.

Jake, babasına sıkıca sarılmış, onun güvenli ve şefkatli kollarında biraz olsun huzur bulmaya çalışıyordu. Felix'in saçlarını nazikçe okşamasıyla gözyaşlarını tutmaya çalışarak, "Baba, her şeyi batırdım," diye fısıldadı. Kalbindeki yük, kelimelerle dışarıya vurmuştu.

Felix, oğlunun saçlarına hafif bir öpücük kondurduktan sonra, güven veren bir sesle, "Sorun değil, toparlarız," dedi. "Bana ne olduğunu anlat ve birlikte bir çözüm bulalım." Sözleri, Jake'in içine düştüğü karanlığa bir ışık gibi doğmuştu.

Jake'in dudaklarından yalnızca "Sunghoon" ismi döküldü. Bu tek kelime, Felix'in oğlunun içsel bir savaşı olduğunu anlamasına yetmişti. Gülümseyerek, "Onu seviyorsun değil mi?" diye sordu.

Jake, babasının yüzüne baktı ve sadece kafasını salladı. "Sen nasıl anladın?" derken sesi titriyordu. Felix, yılların getirdiği tecrübeyle gülümseyerek, "Birincisi, ben senin babanım tabii ki anlarım. İkincisi, anlamamak için kör olmak lazım canım. Gözümüzün önünde büyüdünüz. Onu küçücük bir çocukken bile nasıl önemsediğini, nasıl koruduğunu, düşüp ufacık yaralansa bile nasıl kendi canın yanmış gibi üzüldüğünü tabii ki fark ediyordum," diye yanıtladı.

Jake babasının sözleri üzerine hafifçe gülümserken, Felix devam etti. "Onu sevdiğin için mi üzülüyorsun? Bebeğim, bu çok normal," dedi, sesinde sıcak bir şefkat vardı.

Jake'in gözleri tekrar dolarken, "Ama biz çocukluk arkadaşıyız," dedi, sesi titriyordu. Felix hemen karşılık verdi, "Ne olmuş? Biz de babanla çok yakın arkadaşlardık. Hatta Sunghoon'un babaları da ilk başta çok yakın arkadaşlardı." 

Jake yalnızca "Bilemiyorum baba," derken Felix, sakin bir tonda, "O bu duygularını biliyor mu?" diye sordu, bakışlarında derin bir anlayış vardı.

Side by Side - JakeHoonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin