ep 7

59 12 92
                                    

"Kanada'da yaşıyorduk. O benden hep nefret ederdi."

Donghyuck Mark'ın anlattıklarını duyduğu cümle sonrası onu eve alması zamanı yaşadığı aynı şok ve heyecanla dinliyordu.

"Annem bile onunla baş edemiyordu."

Mark olanları öyle anlatıyordu ki sanki bu olayları yıllar önce değil de dün yaşamış gibiydi. Hala yutkunmakta zorluk çekiyor, cümleyi kurarken dudakları titriyordu.

"Fakat hep bir evlat gibi sevdi onu. Babam sevmese bile."

Hyuck sessizce Mark'ın önüne oturmuş ve anlattıklarını pür dikkat dinliyordu.

"Babama göre tek evladı bendim. Jeno ilk okulda da aynıydı. Kaç kez öğretmenleri onu şikayet etti, dersleri ve arkadaşlarına karşı davranışları yüzünden. Babam artık onun yüzünü bile görmekten tiksiniyordu."

Donghyuck Mark'ın kurduğu son cümleden sonra tekrar sessizleştiği farketti. Yine yutkunamıyordu. Ama Donghyuck titrettiği ellerini sıkıca tutup yüzünü okşadığında biraz da olsa kendine gelmiş ve devam etme kararı almıştı.

"Hepimiz bir şekilde alışıyorduk onun bu tavırlarına. Ta ki" Mark gözlerini Donghyuck'a çevirmiş ve ona baktığını gördüğünde devam etmişti "sınıf arkadaşını bir dereye itip öldürene kadar."

Bu zaman Donghyuck şok yüzünden elini Mark'dan ayırıp ağzına götürmüştü. Gözlerinde korku ve dehşeti hisseden Mark ise tepkisizdi.

"O çocuk öldü, Jeno ise suçunu itiraf etmek yerine olay sırasında onu gören hasta amcaya attı. Adam hasta olduğu için inkar etmedi. Onun suçsuz olduğunu kanıtlamak istedik fakat tutuklandıktan iki gün sonra kalp krizi geçirip öldü. Babam eve gelince Jeno'yu yaklaşık üç saat aralıksız sopayla dövmüştü. Annem ve ben ayırmaya çalışsak bile."

Donghyuck'un nutku tutulmuştu sanki. Lee Jeno'nun, lisenin en tehlikeli öğrencisinin böyle bir geçmişi olduğunu bilmiyordu.

"Sonra?"

Mark konuşmaya başladığından beri ilk kez Hyuck'un sesini duymuştu. Bu da ona azacık da olsa güç vermişti.

"Babam Jeno yüzünden hastalığa yakalandı. Üç dört yıl yaşadı sadece. Ondan sonra öldü. Ölümünden sonra vasiyetini bulduk. Tüm mal varlığını bana vermişti. Jeno bunu duyunca sinirlendi tabi. Yine birşeyler planladığını hissettim. Biz uyurken geç saatte evden kaçıp gitti. Annemle aylarca onu aradık, bulmaya çalıştık. Ama bulamadık. İçimden bir ses Kore'ye gittiğini söyleyip duruyordu. Ama kimse görmemişti onu. Annem öldüğünü düşündü, buna inandı. Fakat ben onun bir yerlerde yaşamaya devam ettiğine inandım. Jeno her ne kadar kötü olsa da kardeşimdi. Yaşadığı hiçbir şey onun suçu değildi. Herşey tamamen benim suçumdu."

Donghyuck Mark'ın çenesinden tutup yüzünü yukarıya kaldırmıştı.

"Suçlu sen değilsin. Bunu söylemeyi kes."

Mark inkar etmişti ama.

"Suçlu bendim. İşte bu yüzden onu aramaya devam ettim. Ve bir adam Jeno'yu havalimanında gördüğünü söylediğinde Kore'ye gittiğine emin oldum. Anneme haber vermeden kaçtım evden. Şans eseri onu ararken buralara kadar geldim ve hem onu hem seni buldum."

Donghyuck Mark'ın derin geçmişini, bu da yetmezmiş gibi kendisinden gizlediği her şeyi öğrenmişti.

"Peki neden onunla görüşmedin?"

"Onu bulduğumda lise öğrencisiydi. Geçen sene gördüm onu. Çok büyümüştü ama karakteri aynıydı. Yanına yaklaşmaya çalıştım ama vücudum ve kalbim aynı çalışmıyordu. Bende kalbimi dinledim. Uzaktan korumaya çalıştım. Onu her okul çıkışı gizlice izledim. Fakat dikkatimi çeken sen oldun. Asıl korunması gerekenin sen olduğu anladım. Sana yaptıklarına bizzat şahit oldum ama engel olamadım işte. Sen yabancıydın ama Jeno kardeşimdi. Ama sonra sana aşık olmaya başladım. Benim için hiç de yabancı değildin. Komşuyduk, seni her akşam görüyordum. Karşına çıktım ve seninle tanıştım ama bu sürede bile seni onların elinden kurtaramadım. Lanet kardeşime zarar veremezdim çünkü. Jaemin'e de birşey yapamadım. Kardeşimi seviyordu çünkü."

"Peki ya şarap?"

Mark bu soru üzerine yutkunmuş ve devam etmişti tekrar.

"O benim buralarda olduğumu biliyordu. Karşısına çıkmaya cesaretim olmadı ama beni fark etmişti zaten. Senden hoşlandığımı da biliyordu. Bu yüzden içmeyi çok sevdiğim o şarabın aynısından alıp bana tekrar zarar vermek istedi."

"Peki ya Jeno ile yüzleşecek misin?"

Mark kıkırdamıştı.

"Kendisini bulursak, neden olmasın. Eskisi gibi kayıplara karışmış."

Donghyuck utanç ve rezillikten dolayı Mark'ın yüzüne bakamıyordu. Onu dinlemeden sert davranmıştı.

"Ben özür dilerim. Seni dinlemedim, haksızlık ettim. Çok şey yaşamışsın."

Mark gülümsemiş ve Donghyuck'u kucağına çekerek sıkıca sarılmıştı ona.

"Asıl ben özür dilerim. Senden bunca şeyi sakladığım için."

Sarılma devam ederken Hyuck kıkırdamıştı.

"Artık bir birimizden birşey saklamayalım."

Mark'ın gözleri gök yüzüne kaymıştı bir süre. Kalbindeki o sızı yükselmişti yine. İçindeki sesleri susturamıyordu. Gülümsemesi bile yok olmuştu ama bunu belli etmedi.

Üzgünüm, Haechan. Senden hala saklamaya devam ettiğim şeyler var. Ama bunları öğrenmene asla izin vermem. Benden uzaklaşmana katlanamam.

"Saklamayalım."

red wine // markhyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin