Terk edilmiş soğuk, avizelerin bile aydınlatamadığı simsiyah, kimsesiz gözüken bir depoda açmıştı gözlerini Donghyuck. Elleri arkadan kalın bir iple bağlı, ağzına bez tıkıştırılmış bir halde ne olduğunu hiç algılayamadığı bir haznenin içindeydi. Topuklarından hafif yukarıya doğru kalkan buzlu su içinde ayaklarını kıpırdamayacak halde öylece oturuyordu. Bilincinin yerine geldiğini hala söylenemezdi ama burada ne aradığını daha doğrusu nasıl burada olduğunu hatırlamıştı. Vücudu alçak sıcaklık yüzünden öylece hareketsiz duruyordu ama birazcık da olsa göz yaşları sayesinde ısınıyordu.
Sadece başı değil, neredeyse tüm vücudu acı içindeydi. Ama onu en çok acıtan şey sevdiği insanın yanında olmamasıydı. Aklına Mark'ın yüzü geldiğinde tekrar sessizce ağlamaya başladı. Tam bu sırada kapıdan bir ses gelmişti. Gözlerini yorgun olduğu için fazla aralayamıyordu ama bulunduğu şeffaf haznenin içinden herşey net gözüküyordu. Tahmin ettiği kişiydi bu.
Saçları eskisine göre daha kısaydı, rengini sanki geceden çalmış gibi simsiyahdı. Belki de ortama korkunç havayı katan onun dehşet dolu gözleriydi. Hyuck yorgunluktan kendini geriye attığı sırada siyahlı çoktan onun yanına varmıştı bile. Arsız gülüşü hiç değişmemişti.
"Jeno.."
Uyandığından beri ilk kez zorla da olsa kelime çıkmıştı ağzından gencin. Karşısındaki siyahlı ise hala arsızca gülmeye devam ediyordu.
"Donghyuck! Seni özlemişim."
Samimiyetsiz diyalog sonrası Hyuck göz devirmişti ona.
"Sen beni özlemedin mi?"
"Mark nerede?"
"Efendim?"
Jeno sanki onu duymamış gibi yaparak elini kulağına götürmüş ve gencin delirmesine sebep olmuştu.
"Mark nerede?"
Jeno bu sefer gülücüğünü sinirle değiştirmiş ve elindeki sopayı serçe yere çakmıştı. Donghyuck artık tepki verecek durumda bile değildi.
"Neden herkes Mark'ı bu kadar seviyor? Neden ben değilde hep Mark Lee?" bunu diyerek cam hazneye yaslanmıştı "Neden Donghyuck?"
Kaç saattir burada olduğu bilmiyordu ama aç ve susuz olduğunu biliyordu ve halsizdi.
"Ne yaptın ona?"
"Bu haldeyken"
"Mark'a ne yaptın?"
Jeno dilini ağzının içinde döndürürken geriye dönüp Donghyuck'a bakmıştı. Donghyuck cidden güzeldi. Mark'ın hak etmeyeceği kadar.
"Neden Mark da sen de aynı soruyu soruyorsunuz?"
Hyuck anlamsız bakışla baktı ona.
"Mark'ı diyorum. Düşünsene, uçurumun kenarındasın. Ölmek üzeresin. Ama Donghyuck nerede diye soruyorsun. Tuhaf."
Hyuck Mark'ın uçurum kenarında olduğunu duyduğu an hareketlenmeye başlamıştı. Ta ki topuklarındaki suyun artmaya başladığını fark edene kadar. Jeno elindeki kumandayı basarak suyu durdurmuş ve gencin korku dolu gözlerine bakmıştı. Nefes nefeseydi.
"Sevgili Lee Donghyuck. Cidden seni öyle basit yerde tutacağımı falan mı sandın?"
Hyuck nefes almaya devam ederken onu dinliyordu.
"Gördüğün bu camdan hazne mekanizma ile çalışıyor. Sen her hareket edip debellendiğinde zeminin aşağısında bulunan ipler titreşim moduna geçiyor. Onlar titrediğinde ise su dolu boruların kapağı açılmaya başlıyor. Eğer kumanda sahibi durdurmazsa" Donghyuck'a göz kırptıktan sonra devam etmişti "Ölürsün."
Esmer çocuk hala nefesini dizginlemekte zorlanıyordu.
"Sen psikopatsın."
"Biliyorum."
"Ona zarar vermedin değil mi?"
"Hayır tabii ki."
"Ne istiyorsun?"
Jeno mekanizmanın önünden çekilip Hyuck'un göreceği pozisyonda sandalyeye oturmuş ve silahını çıkarmıştı. Donghyuck korkuyordu ama şuan ölecek olması umrunda bile değildi. Mark için endişe ediyordu.
"Eğer beni dinler ve sorduğum sorulara cevap verirsen, seni Mark'ın yanına götürürüm."
Donghyuck'un ağzından sessiz bir küfür çıkmıştı. Jeno duysa bile sessiz kalmayı tercih etmiş ve devam etmişti.
"Sevgilini özlemedin mi?"
"Sana neden inanayım?"
"Neden inanmayasın?"
Hyuck sonunda pes etmiş ve onu dinlemeyi kabul etmişti.
"Mark sana herşeyi anlattı değil mi? Kayıplara karışsam bile sürekli ensenizdeydim sizi yanlız bırakmam biliyorsun."
Hyuck ölmemek için savaşırken onu dinliyordu.
"Ama üzgünüm. Senden hala sakladığı bazı şeyler vardı."
Esmer olan gözlerini kocaman açmıştı.
"Ne?"
Jeno elindeki silahı masanın üzerine bırakıp telefonunu çıkarmış ve Donghyuck'un yanına gelmişti.
"Mesela... Mark'ın bir katil olduğunu biliyor muydun?"
Donghyuck duyduğu cümle üzerine kalp atışlarını iliklerinde hissetmişti.
"Ne?"
Jeno dudaklarını büzüp sanki hiçbir şey olmamış gibi telefonundaki videoyu Hyuck'un gözleri önüne sermişti. Hyuck videoyu izlerken ayaklarını yerinde zor tutuyor, ne hissettiğini bile bilmiyordu. Videoda Mark aynı bu depodaydı ve Chenle ile Jisung'u tıpkı Donghyuck gibi bağlıyordu. Daha sonra sesler duyup ikisine de beşer kurşun sıkarak ortadan kayboluyordu. Bunlar Donghyuck için fazlaydı. Çok, çok fazlaydı. Kayıp giden göz yaşlarını tutamayacak kadar fazlaydı. Nefes alıp vermeyi unutacak hatta konuşamaması için bile fazlaydı.
"İşte, Donghyuck. Yıllar önce, bu depoda, sırf sana yaptıkları zorbalık ve yanlışlar yüzünden iki çocuğu silahla ateş açıp öldüren kişi o çok sevdiğin Mark Lee'ydi aslında."
Donghyuck gözlerini kaçırmıştı. Kalbinde bir şeyler patlıyor, ona zarar veriyor ama o buna engel olamıyor gibiydi. Tüm sesler dolanıyordu kafasında onun için. Dolanmaya da devam edecekti eğer o sesi duymasaydı.
Silah sesi. Hemde bir değil, iki değil, üç kere duyduğu silah sesi. Ondan sonrası ise, zifiri karanlık ve ölüm sessizliğiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
red wine // markhyuck
FanfictionYaş farkını umursamadan komşusuna aşık olan Mark Lee ve aşık olduğu Lee Donghyuck.