Esmer çocuk mutfakta iki saattir uğraştığı yemeğini bitirdiği için ufak sevinç çığlığı atarken sevgilisi salonda oturmuş asık bir yüzle telefonuyla oynuyordu. Gerçi pek oynadığı söylenemez daha çok araştırma yapıyordu. Bu yüzden gencin çığlığını bile duymamıştı ve bu onun ilgisini çektiği için salona, sevgilisinin yanına gelmişti.
"Mark hyung? Neyin var?"
Mark adını duyduğu an kafasını telefondan kaldırmış ve buruk bir gülümseme ile Hyuck'a bakmıştı.
"Hiç. Yok bir şeyim."
Donghyuck tabii ki ikna olmamış Mark'ın gözlerini kendi gözlerine bakmasını sağlayacak şekilde kafasını yukarıya kaldırmıştı.
"Var bir şey. Benden saklayamazsın. Hem söz vermiştik."
Mark sonunda pes edip gözlerini ondan ayırmış ve telefonunu açarak Hyuck'a doğrultmuştu. Tanıdık bir yüz gören Donghyuck ise az çok olayı anlamıştı bile.
"Jeno sizin lisenin hesabında paylaşılmış. Kayıp olduğu ve görenlerden ulaşılması rica ediliyor."
Bunu söylemiş ve bir kaç saniye sonra devam etmişti.
"Onu merak ediyorum ama elimden hiçbir şey gelmiyor."
Donghyuck Mark'ın ciddi şekilde merak içinde olduğunu anladıktan sonra kollarını ona sarmıştı. İkisi ne zaman kötü hissetse bir birine sarılıyor ve bu onları rahatlatıyordu.
"Merak etmene gerek yok. Eminim sağlığı yerindedir. Hem Jeno bu. Başına birşey gelmesi imkansız."
Bu bile Mark'ın yüzünde bir gülümseme oluşturmuş ve Donghyuck özgüven kazanmıştı.
"Jeno senin gibi bir abisi olduğu için yatıp kalkıp dua etmeli!"
Bu sefer Mark sesli gülmüştü. Hyuck onun için herşeydi. Herşeyden bile fazlaydı.
"Teşekkür ederim, Hyuck. Yine gülümsettin beni."
"Ne demek bayım. Vazifemiz."
Mark her zaman yaptığı gibi yine Donghyuck'u yanına çekmiş ve koltuğun üzerine uzatarak ona arkadan sarılmıştı. Bu Donghyuck'un en sevdiği temas tipiydi.
"Eğer birgün burada olmazsam"
Donghyuck parmağını onun dudağına götürerek susturmuştu.
"Hep burada olacaksın."
Mark onun parmağını dudağından çekmiş ve yine devam etmişti.
"Biliyorum. Ama yine de söylemek istiyorum. Eğer yanında olmazsam, bir şekilde ayrı düşersek beni fazla düşünme tamam mı? Hayatını yaşamaya bak."
"Of, saçmalamayı bırak. Öyle birşey olmayacak. Ama eğer olsa bile üzgünüm, yapamam. Sana dair hiçbir şeyi unutmam. Sevmeyi de, düşünmeyi de."
Mark gülümsemişti utandığından.
"Çok inatçısın."
Donghyuck da ona karşılık gülümsemiş ve Mark'ın kolundan tutup ayağa kaldırmıştı.
"Yeteri kadar saçmaladık, hadi. Yemek hazır. Acıkmışsındır."
Mark kafasını sallamıştı ama endişeliydi.
"Umarım zehirlenmeyiz."
Donghyuck dudaklarını büzüp "ayıp ediyorsun oppa" dediğinde Mark onun yanağını sıkmıştı. Üstüne bir de fotoğrafını çekmeyi unutmamıştı.
"Hey bayım. Böyle iş başındayken fotoğrafımı çekmezsiniz. Kötü çıkıyorum."
"Siz Lee Donghyuck olduğunuz için fotoğraflarda kötü çıkma şansınız yok, efendim."
İkisi gülüyorken tam sofraya oturup yemek yiyeceği sırada Mark uzun zamandır içinde tuttuğu soruyu sormak istemişti Hyuck'a.
"Annenle konuştun mu?"
Donghyuck eline aldığı bardağı tezgahın üzerine bıraktığında Mark soruyu yanlış zamanda sorduğunu anlamıştı.
"Üzgünüm."
"Hayır, senin suçun yok ki."
Gerginliği bozan adımı bu sefer Donghyuck yapmıştı. Mutfak mobilyasının en üst kısmında bulunan dolaptan bir şişe çıkarmış ve masaya koymuştu. Mark bu şişenin kırmızı şarap olduğunu çok iyi biliyordu.
"Bu nereden çıktı?"
Donghyuck yerine oturup yemeğini tabağa koyduğu sırada cevaplamıştı onu.
"Aynı marka değil, farkındayım. Ama sevdiğini biliyorum. Bu annemin özel günler için sakladığı favorisi. Sanırım bir günlük içmenin bir sakıncası yok."
Donghyuck açık olan şişeyi bardağa dökeceği sırada Mark eliyle durdurmuştu onu.
"İstemiyorum."
Eliyle ona engel olması ve az önceki gibi durgun hale gelmesi Donghyuck'un şaşırmasına sebep olmuştu.
"Sevdiğini sanıyordum."
Mark elindeki çatalı bırakıp onun gözlerinin içine bakmıştı.
"Seviyordum. Ama yıllar önce içmeyi bıraktım."
"Neden?"
"Yaşadığım kötü geçmişimi hatırlatıyor bana. Artık ne içmek ne de görmek istiyorum onu."
Donghyuck anladığı için kafasını sallayarak şarap şişesini yerine koymuş ve tekrar Mark'a dönmüştü.
"Bilmiyordum."
Mark gülümsemişti ona.
"Hiçbir sorun yok. Bira içeriz."
"Su dışında içecek birşey yok maalesef."
Mark bir çırpıda yerinden kalkmış ve montunu alarak kapıya yönelmişti.
"Nereye?"
"Bira alıp geleceğim."
"Çok mu önemli."
Mark Donghyuck'un alnından öpüp saçlarını karıştırmıştı.
"Su içmeyi sevmiyorum. Hem bir çırpıda gider gelirim. Bir isteğin var mı?"
Donghyuck heyecanla ellerini çırpmıştı.
"Mochi alabilir misin?"
Mark gülümseyen yüzünü Donghyuck'a yaklaştırmış ve sanki küçük bir çocuğu seviyor gibi saçını okşamıştı.
"Alırım tabii."
Mark çıkacağı sırada geriye dönüp Hyuck'a sarılmıştı. Bu Donghyuck'un gülmesine sebep olmuştu.
"Seni çok seviyorum, Donghyuck."
"Hadi ama, askere gitmiyorsun."
"Olsun, seni seviyorum."
"Bende."
Mark gittikten sonra kapıyı kapatmış ve onu beklemeye başlamıştı.
_
Yaklaşık kırk dakika sonra kapı çalmış ve Donghyuck heyecanla beklediği sevgilisini içeriye almak için kapının kolunu indirmişti.
"Mark?"
Ama kapıda kimse yoktu. Sadece yerde içerisinde bir paket mochi olan siyah poşet vardı. Donghyuck poşeti alıp sokağın sağını ve solunu kontrol etmişti.
"Hadi ama Mark Lee yemekler soğudu şakanın sırası değil."
Bu sırada Donghyuck'un hiç beklemediği bir şey olmuş ve siyah maske takan bir adam aniden önüne çıkmıştı. Korkup geriye çekileceği sırada ise arkasından bir ses gelmiş ve tam geriye döneceği sırada kafasına yediği sert darbe sonucu yere yığılmıştı.
Kapanmadan önce bilinçsizce de olsa yaş akmıştı gözünden. Vücudu çalışmayı bırakmıştı neredeyse. Ama elleri bir saniye bile olsun poşeti bırakmamıştı. Hiçbir güç ona o poşeti bıraktıramazdı.
"Mark.."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
red wine // markhyuck
FanfictionYaş farkını umursamadan komşusuna aşık olan Mark Lee ve aşık olduğu Lee Donghyuck.