"Bunu giymek zorunda mıyım yani?"
Bana biraz büyük gelen siyah ceketi, bir prenses edasıyla tutup kendi etrafımda döndüğüm sırada gülerek beni izleyen Jungkook bir yandan da fotoğrafımı çekiyordu.
"Söz verdin." dedi, itiraz istemeyen bir tonla. Gözlerimi devirdim.
"Şirkete gelirim diye söz verdim. Takım elbise giyerim demedim ki!"
Fotoğraf işine bir son verip telefonunu cebine yerleştirdi ve birkaç adımda aramızdaki mesafeyi kapattı. Omuzlarımı tutarak ona bakmamı sağladığında beklentiyle gözlerine çıktı gözlerim.
Birkaç saniye güzel sözlerini duymaya hazırladım kendimi. Fakat o beni şaşırtarak ne kadar tatlı ya da güzel olduğumdan bahsetmek yerine dudaklarındaki gülümseyişi gizlemeye çalışırken kafasını yana çevirdi.
"Pislik!" diye homurdanarak ittim onu. Kahkaha attı kendini daha fazla tutamayıp.
"Ne gülüyorsun ya? Gelmiyorum ben!"
"Hayır, geliyorsun." Kolumu tutup göğüslerimiz çarpışana kadar beni kendine çekti. "Güzelsin. Endişelenme."
"Endişlenmek mi? Güzel olduğumu biliyorum Bay Jeon. Siz de bir o kadar kabasınız."
Diğer eliyle yanağımı okşadığında hemen yumuşamamak için gözlerine bakmayı reddettim. "Bebeğim." diye fısıldadı dudaklarımın üzerine doğru. Yutkundum.
Dün sevişmek için inat edip onu şirkete göndermek iyi bir fikir değildi belki de. Bu kadar çabuk pişman olacağımı düşünmemiştim. Daha sabahın ilk saatlerinde sinirimi bozmayı başarmıştı Bay Jeon.
"Çıkalım artık. Bir saat sonra toplantımız var."
Kalçama hafifçe çarpan eli yerine toplantımız deyişi dikkatimi çekmişti. Hayır yani şirkete gittiğim yetmiyordu bir de ciddi ciddi çalışacak mıydım ben? Ne anlardım şirket işlerinden... Sorumluluk almak için çok gençtim bir kere.
Aklımdan geçenleri dile getirmek yerine uslu uslu yürüyerek yatak odamızdan çıktım. Bir adım arkamdaydı büyük bedeni. O da takım elbise giyiyordu fakat bende durduğu gibi durmuyordu onda.
Haksızlık ya!
Evden çıkıp garajdaki arabaya bindiğimiz süre boyunca somurttum. Şirkete geçmeden önce Jungkook bize kahve ve kahvaltı için yiyecek bir şeyler almıştı.
Ön koltukta oturup yolu izlerken bir yandan da Jimin'e mesajlar atarak rahatsız ediyordum onu. Dün gece Yoongi'nin evinde kaldığından ne kadar yoğun bir gece geçirdikleri tahmin edilebilirdi. E ben de harika bir arkadaş olarak görevimi yerine getiriyordum.
"Bebeğim," derken büyük el uyluğumu kavradı. Sıcak dokunuşuyla anında sırıttım ve ona baktım. Kısaca elimdeki telefonda gezindi gözleri. Sonra yüzüme çıktı ve dudaklarını yalayarak baktı bana.
Zihnim kirli düşüncelerle dikkatimi dağıtmak üzereydi ki yeşil ışık yandı ve arkamızdaki araba kornaya basınca ikimiz de önümüze dönmek zorunda kaldık.
Sırıtışım genişledi. Şirkete gidiyorduk ama aklımız başka yerdeydi işte. Acaba her şeyi boş verip kendimize yazlık mı alsaydık? Emekliler gibi orada sakince yaşayıp giderdik.
Ya da daha güzeli, ülke değiştirebilirdik. Aslında sadece home office çalışmak bile işimizi görürdü.
Dalıp gittiğim düşüncelerimden ayrılmak zorunda kaldım çünkü upuzun şirket binasının önündeydik. Vale benim için kapıyı açtığında teşekkür ederek indim. Jungkook arabasının anahtarını ona teslim etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
mr jeon
FanfictionKim Taehyung eğlenmeyi seven, hareketli, genç bir çocuktu. Dans etmeyi çok severdi. Özellikle de dans kulüplerinin sokakta sergilediği gösterilere katılır, izleyicileri dansa davet eder, kimseden çekinmezdi. Her zaman çok eğlenirdi, etrafındakileri...