"Donghyuck, tekrar kayıt alıyoruz. Sakin ol." Mark'ın beni durdurmasıyla tekrar derin bir nefes aldım. Tanrım, bu çok zordu. Gerçekten en iyi olduğum şeyi onun karşısında yapamıyordum bile. Elim ayağım dolaşıyordu. Şarkı söyleyemiyordum. O kadar uzun süredir şarkılardan uzak yaşamıştım ki, artık adapte olamıyordum. Kulaklığı kafamdan çıkarıp boynuma taktıktan sonra kenardaki su şişesinden birkaç yudum su içtim. "Mark, olmuyor işte. Neden zorluyorsun?" Fazlasıyla gerildiğimi hissediyordum. Ona bakarken iki kelimeyi yan yana getirirken zorlanan ben, birazdan kavga bile çıkartabilirdi.Mark dün gece yanıma gelmişti ve kendi yaptığı şarkıyı benim söylememi istemişti. Bunu o kadar rahatlıkla sormuştu ki, bir an tüm travmalarım aslında yaşanmamış gibi hissettirmişti. Ne kadar olumsuz olduğumu belli etsem de tüm gece ısrar etmeye devam etmişti. Hatta o gece teyzemle birlikte yine bizimle yemek yemiş, odamda benimle uyumuştu. Yüzü gözü de hala yaralıydı. Teyzem ne olduğunu sorunca da, merdivenden düştüğünü söylemişti. Zaten o geceden sonra bir daha bu konuyu açmamak üzere kapatmıştık. Mark beni karşısına almış, söz vermemi sağlamıştı. Bir daha bu konu hakkında kesinlikle konuşmayacaktık. İki gündür hiçbir şey olmamış gibi davranıyorduk zaten. Ama yüzündeki yaraları gördükçe benim içim sızım sızım sızlıyordu. Ona hala sinirli değildim. Sadece üzgündüm. Hayat ona adil davranmıyordu, bundan nefret etmeye başlamıştım. Şimdi ise Mark'ı kıramadığım için yazdığı şarkıyı okumaya çalışıyordum.
Ben, duyduğu en ufak melodiyi hızlıca aklıma kazıyabilen ben, şu an dumura uğramıştım. Neden böyle olduğunu da çok iyi biliyordum. Babam gittikten sonra bir daha şarkılara tutunacak gücü kendimde bulamamıştım. Sesimden nefret etmeye başlamak bir yana, kimseye de bir daha şarkı söylememiştim. Ama o gece bu adam kapıma gelip bunu benden istediğinde, tüm ısrarlarım sönük kalmıştı. Nasıl kabul etmiştim, anlamıyordum. Şimdi ise bir haltı beceremiyor gibi hissediyordum. "Hyuck, sadece odaklanmıyorsun." Parmaklarımın kenarlarındaki etlerle oynarken gözlerimi Mark'tan çektim. Bazı şeylere yeniden başlayabilmek istiyordum fakat kendimde o gücü bulabilmek çok zordu.
"Özür dilerim." Başka ne diyebilirdim ki? Kendimi her durumda suçlu hissetmeyi başarabiliyordum. "Özür dileme. Yanlış bir şey yapmadın, Donghyuck. Senin için zor olduğunu anlayabiliyorum. Yapmak zorunda değilsin, bunu sana demiştim. Ama yapmanı istiyorum, tekrar şarkı söyleyebilmeni istiyorum. Bunu yapabileceğini bildiğim için üzerine gidiyorum. Seni sıkmak istemiyorum, sadece kendine güvenmeni istiyorum."
"Sarılabilir miyim?"
Mark bunu beklemiyor olacaktı ki kafasını uğraştığı monitörden kaldırıp bana bakmıştı. Hiçbir şey demeden sandalyesini bana yaklaştırıp kollarını aralamıştı. Aynı şekilde yaklaşıp kollarımı boynuna doladım. Mark'ın kolları da bana dolandığında, bütün dünya onun etrafında şekilleniyormuş gibi hissettim. Kalbinin atışlarını tenimde hissedebiliyordum; bu ritim, sakinleştirici bir ninni gibi ruhuma işliyordu. Kollarım boynunda, yüzüm omzuna yaslanmıştı. Birkaç saniye boyunca, ikimiz de hiçbir şey söylemedik; sözcüklere gerek kalmayan bir anın içindeydik. Nefes alış verişimiz bile aynı ritme bürünmüştü, sanki tek bir bedende birleşmiş gibi.
O anın sıcaklığı, aramızdaki mesafeyi tamamen yok etmişti. Birbirimize söyleyemediğimiz her şeyi, bu sessiz sarılmada ifade ediyorduk. Bir an için her şey durdu, tüm kaygılar, stresler geride kaldı ve sadece onun varlığıyla dolu bu anın içinde kayboldum.
Sonra, Mark'ın parmakları nazikçe sırtımda gezindi. Bu dokunuş, bana onu ne kadar sevdiğimi hatırlattı. İçimde bir yerde, bunun doğru an olduğunu biliyordum; onun yanındaydım ve bu, dünyanın en güvenli, en huzurlu yeriydi.
"Saçların çok güzel kokuyor."
Söyledikleriyle kafamı omzundan kaldırdım yavaşça ve suratına yaklaştım. "Sen saçlarımı mı kokluyorsun?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sen ve yıldız, markhyuck
Fanfictionufak çatı katındaki evine, sana, hislerine ortak olabilir miyim, mark?