"Mark, ben çok üzgünüm." Kollarımı hızlıca Mark'ın boynuna doladım ve onu olabilecek en sıkı şekilde kendi vücuduma sardım. Tanrım, kendini bana açtığı için ona minnettardım. Sadece bu kadar üzücü şeyler yaşaması beni dinlerken bile çok kötü etkilediyse, onun halini düşünemiyordum. Ya da düşünmek istemiyordum. Mark'ın acı çektiğini düşünmek içimde bir şeyleri paramparça yapıyordu. Ben güçlü birisi değildim, ya da yaşadıklarıma karşı dik bir şekilde ayakta durabilmeyi beceremiyordum. Ama Mark benim gibi değildi. Benim aksime kendi başına yaşayabilmeyi öğrenmişti. Yavaşça kollarımı geri çekip yüzüne baktım.Mark, gözlerimin içine derin bir hüzünle bakarken, kelimelerin boğazında düğümlendiğini hissettim. İkimiz de söylemek istediğimiz her şeyi suskunluğumuzla paylaşıyorduk sanki. Yavaşça bana karşı bir adım attı, aramızdaki mesafe giderek kapanıyordu. Bir an için zamanın durduğunu sandım; sadece onun varlığı, o yoğun bakışları vardı odada. Sonunda, Mark kollarını yavaşça bana doğru uzattı. Bu ondan aldığım ilk adımdı. Ben de tereddüt etmeden ona doğru eğildim. Kolları etrafımda dolandığında, içimde bir şeyler kırıldı. Kalp atışlarını hissettim, ikimizin de nefesleri düzensizdi. Bu sarılma, vedaya benzeyen bir merhaba gibiydi. Mark'ın kokusu içime dolarken, gözyaşlarım istemsizce yanaklarımdan süzüldü. O, başını omzuma yasladı ve fısıltı kadar düşük bir sesle mırıldandı. O üç kelime bende travma etkisi bırakmaya yetecek güçteydi. Sesi titriyordu, tıpkı benim gibi.
"Seni bırakmak istemiyorum."
Bunu kafası şuan dağınık olduğu için söylediğine inanmak istiyordum. Tanrım, lütfen düşündüğüm gibi olmuş olsun. Beni bırakırsa, ben bir daha nasıl toparlanırım, o iyi mi diye düşünmekten nasıl kendimi alıkoyarım bilmiyorum. Belki de fazla bencilim. Hızlıca ellerimi sırtına çıkartıp yavaş hareketlerle okşadım. Sanki bu dokunuşum her şeyi düzeltebilirmiş gibi. "Ben de seni, Mark," dedim. Ama kelimelerim yetmiyordu. Çünkü bilirsiniz, bazı duyguların kelimeleri yoktu. Bu sarılmada her şey vardı; pişmanlık, özlem, sevgi, ama en çok da acı. Ya Mark beni bırakmak zorunda olursa diye düşünmekten kafayı yiyecek gibi hissediyordum.
"Kimsenin bize yaklaşmasına izin vermeyeceğim, Mark. Bir daha acı çekmene izin vermeyeceğim. Lütfen beni bırakma." Sesimdeki acizlik benim bile kendimden utanmamı sağlıyordu. Bu saatten sonra saçmalayıp saçmalamamak da çok umrumda değildi. Hafifçe kafasını koyduğu omzumdan geri çekilip gözlerime baktı. "Sana kızdım. O çocuktan siktiğimin haplarını alıp kullandığın için kızdım. Hala kızgınım. Çünkü ben seni kaybetmek istemiyorum, anladın mı? Seni bir gün göremesem de nerede olduğunu bilemesem de sadece iyi ve yaşıyor olduğunu duymaya ihtiyacım var. O piç yüzünden ben birisini daha kaybedemem, Donghyuck. Şimdi beni anlıyor musun?"
Mark'ın ağzından dökülen kelimeler birer birer üzerime çöküyor, sanki her biri bedenine bir ağırlık ekliyor. Sesinin tonu, gözlerindeki ciddiyet, her şey öylesine gerçek ve keskin ki, sanki bir bıçak gibi içime işliyor. O an, söylediklerinin ne anlama geldiğini kavradıkça, kalbimde bir şeylerin kırıldığını hissettim. Her kelimesi birer taş gibi ağır, onları taşımaksa neredeyse imkansız benim için. İçimde bir boşluk açılıyor, kelimeler o boşluğu doldurmak yerine, sanki onu daha da derinleştiriyor. Nefes almakta zorlanıyorum; söylediği her cümle, sanki ciğerlerime bir baskı yapıyor, beni ezip geçiyor. Ne yapacağımı bilemiyorum, sadece söylediklerinin ağırlığı altında eziliyorum, hareketsiz, çaresiz. Mark'a bakıyorum ama gözlerim bulanık, çünkü onun gerçeklerinin bu kadar ağır olabileceğini hiç düşünmemiştim. Susmak istiyorum, kaçmak belki de, ama söyledikleri peşimden geliyor, zihnimde yankılanıyor, içimde derin izler bırakıyor.
Hızla kafamı aşağı yukarı Mark'ı onaylamak için sallıyorum. "Biliyorum. Düşündüğün gibi bir şey olmayacak, söz veriyorum. O haplar sadece benim çocukluğumdu. Bunun için üzgünüm. Ben sadece.. Neyse, bunları konuşmayalım şimdi. Akşam yemeğinde bizimle olmak ister misin? Teyzem çok güzel yemekler yapıyor, eminim sesler çıkaran karnını çok güzel doyurabiliriz." Cebinden sigarasını çıkartırken ufak bir onaylama mırıltısı bıraktı ortaya. "Ama teyzenin benden çok hoşlandığını düşünmüyorum." Mark'ın yatağın üzerine bıraktığı sigara paketinden bir dal çıkartıp çalarken hemen lafa atladım. Bu sırada da Mark'ın sigaramı yakmasına izin verdim. "Teyzem ilk gördüğünde kimseye güvenmez, konu ben olunca daha hassas oluyor. Kendisini bana bakmak ile yükümlü hissettiği için. Yani bu biraz da vicdanını rahatlatma işi gibi düşün. Ama seni tanıdıkça ve yakın olduğumuzu gördükçe sevecektir. Çok cana yakın birisidir." Mark sigarasının dumanını dudaklarıma doğru üflediğinde o sırada beni dinliyor mu dinlemiyor mu pek emin olamamıştım. Suratıma kitlenmiş bir şekilde bakıyordu, hatta sigarasının ucunda küller birikmiş, neredeyse yere düşecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sen ve yıldız, markhyuck
Fanficufak çatı katındaki evine, sana, hislerine ortak olabilir miyim, mark?