Tepki ver Donghyuck. Tepki ver, salak gibi bakma. Sana hatırladığını söyledi. Sarhoş bile değilmiş, tepki versene. Hayır, tek yaptığım yüzüne salak gibi bakmaktı. Ne diyebilirdim? Bir sürü kelime kafamda dönüp duruyor ama doğru kelimeyi seçip Mark'a sarf edemiyordum. Belki de bu onun için çok önemli bir şey değildi ve bu yüzden bir şeyler söylesem de çok umrunda olmayacaktı. Ama benim için önemliydi! Tamam, bu zamana kadar çok kişiyle öpüşmüştüm. Özellikle şu son üç dört ay içinde kendimi tanıyamıyordum. Bazen kafam güzelken, tanımadığım kişilerle dahi kendimi tatmin etmeye çalışırken bile bulduğumu hatırlıyordum. Ama daha sonrası hiç olmamıştı. Ne onları bir daha görmüştüm, ne de zaten adlarını biliyordum. Mark öyle değildi. Şuan karşımdaydı ve yaralarımı sarmakla meşguldü. Hayır bakın ben çok duygusal değildim. Sadece onu merak ediyordum işte. Ya zaten çocuğun yakasına yapışacak değildim. Sadece birisi bana böylesine ilgi vereli uzun zaman olmuştu. Ya da olmamıştı, bilmiyordum. Ne düşüneceğimi cidden bilmiyordum. Kafamı karıştırmasa iyi olurdu. Zaten dertlerim başımdan aşkındı. Ama şu saatten sonra hayatının her anına burnuna sokmak için vakit kovalayacağımın farkındaydım. Eh, en azından kendinizi tanımak güzeldi değil mi?Mark, gömleğimin düğmelerini ilikledikten sonra söylediği kalp krizi niteliğinde kelimelerini dudaklarının arasından bırakmış ve geri çekilip boynunu kütletmişti. Kemik sesleri tek tek kulağıma dolarken artık bu saçma sapan sessizliği bozmam gerektiğini düşündüm. Tabii ki dün geceden açmayacaktım konuyu. Şuan yaşadığımız zamana odaklanmak daha mantıklı olurdu. Şahsen, dün geceden konuşmaya devam edersem sinirlenecek bir yapısı olduğunu düşünmeye başlamıştım. Zaten şuan da gitmem gereken kısımdı sanırım. Pansumanımı da yapmıştı, daha ne bekliyordum? Konuşmadan önce hafifçe öksürdüm ve mırıldandım zor çıkan sesimle. "Tekrar teşekkür ederim."
"Ne yaptığının farkında değilsin sen." Düşündüğümün aksine sinirli ama bir o kadar da duygusuz çıkan sesiyle gözlerimi tekrar ona çıkarttım. Tam dudaklarımı aralayıp bir şeyler söyleyecektim ki yine sert sesiyle beni kesmeyi başardı. "Kimlere bulaştığının, gözlerinin kan çanağına döndüğünün farkında mısın? Ayrıca kaç yaşındasın sen Donghyuck? Liseliler beni her geçen gün şaşırtmaya devam ediyor cidden." Yüzündeki ukala tavır bu sefer sesine de yansıdığında sinirim yavaştan tepeme çıkmaya başlamıştı. Hah! Ne diyorsun be? Benden bir çocuk gibi bahsetmesi sinirlerimi inanılmaz bozmuştu. Hem kendisi de sanki çok büyükmüş gibi! Taş çatlasa aramızda iki yaş vardır be! Yatakta hızlıca doğrulurken karnıma giren ağrıları görmezden gelmeye çalıştım. "Bana bak." Hızlıca ayağa kalktığımda onun da karşımda dikilmesini beklemiyordum açıkcası. İstifimi bozmadan konuşmaya devam ettim o zehir gibi gözlerine bakarken. "Bu seni hiç ilgilendirmez. Hayatımda ne olup bittiği de öyle. Yardım ettin, teşekkürümü ettim. Şimdi gidiyorum." Kapıya doğru ilerlerken bileğimden tutup beni tekrar önüne çekmesiyle acı dolu bir ses bıraktım odanın ortasına. İlk önce bileğimi tutan eline baktı. Sonra gözlerini bana çıkarttı. Hayır, sıkı tutmamıştı. Neden olduğunu bilmesine gerek yoktu. Hiçbir şeyimi bilmesine gerek yoktu.
"O çocuğu tanıyorum Donghyuck."
Gerçekten mi? Olabilir?! O çocuk zaten tüm kasabanın getir götür işlerini yapan yüksek sabıkalı bir çocuktu. Tanımasına neden şaşırayım. "Yani?" Elini bileğimden çekmiş ve tek eliyle yüzünü ovalamıştı. Sanırım bu, çıldırıyorum demenin fiziksel haliydi. "Yani, seni mahvedecek." Hey. Bunu zaten biliyordum. Ayrıca hala onu ilgilendiren kısmın ne olduğunu anlayabilmiş değildim. "Bu neden umrunda?" Hiçbir şey demedi. Gözlerimin içine baktı. Bir süre baktı. Çok anlam geçti gözlerinden ama hiçbirisini yorumlayamadım. "Bunu yapmak zorunda değilsin." Hadi ya? Öyle mi? Gözlerimi devirdim. Tam dudaklarımı aralayıp konuşacaktım ki tekrar sözümü kesti. "Çocuk gibi davranmayı kes Donhyuck. Kim olsa bu yaptığın şeyi durdurmaya çalışırdı." Yine bana çocuk demişti! Bu Mark asla akıllanmayacaktı. Kenarda duran çantamı aldım hızla ve tek omzuma attım. "Ben gidiyorum artık." Yatağına rahatça oturdu ve hiçbir şey söylemeden komidindeki sigara paketinden bir dal çıkartıp dudaklarının arasına koydu. Birkaç saniye ceplerini aradıktan sonra bulduğu ufak çakmağı dudaklarına götürdü ve sigarasını yaktı. Tek eliyle gözlerine gelen siyah saç tutamını geriye attığında o sırada sol kaşında parlayan metali daha yeni fark etmiştim. Vay canına. Bir kaş piercingi vardı. Ve Tanrım, bu onu olduğundan daha seksi gözükmesini sağlıyordu. Sigarasından derin bir nefes çekerken içeri çöken yanaklarına baktım. Çoktan çekip gitmem gerekiyordu. Tam hareketlenecekken mırıldanışı ile yeniden durdum. "Gömleğin yırtık Donghyuck." Söylediği ile kafamı eğip üstümde gözlerimi gezdirmiştim. En sonunda omzumdaki kocaman yırtık gözüme çarptığında derin bir iç çektim. Sanırım kavga ederken yakalarımdan sertçe çekildiğim sırada yırtılmıştı. "Böyle eve gitmek istemezsin sanırım." Oturduğu yataktan kalktı, sigarayı iki dudağının arasında bıraktı ve üstü posterlerle kaplı ufak giysi dolabına doğru ilerledi. Dolabın kapağını açarken evin içine bir gıcırtı sesi doldu. Sanırım eski dolaptı. Eline aldığı bir parça kapüşonlu ile yanıma gelip bana uzattı. "Giy bunu." Gözlerimi kaçırırken kendimi karşı ona tekrar mahçup hissetmeye başlamıştı. O beni düşünürken ona ettiğim laflar tek tek tekrar aklıma dolduğunda utanmadan bir de uzattığı kıyafeti aldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sen ve yıldız, markhyuck
Fanfictionufak çatı katındaki evine, sana, hislerine ortak olabilir miyim, mark?