Kolye

231 47 10
                                    

Barbaros Kalkan

Minibüse binerken benimle oturmak istediğini söyleyen Melek'in dizime koyduğu başını kıpırdatmamaya çalışarak askerlerimi kontrol ettim. Hepsi uyanıktı. Dışarı bakıyor, nerede olduğumuzu kontrol ediyorlardı. Hiçbirimiz Yırtıcıyla Akrep'in söylediklerine güvenip arkamıza yaslanmamıştık. Bizi öylece bırakacaklarına güvenmeyecek kadar uzun süredir dağlarda dolaşıyorduk. Yırtıcı şoför koltuğunda, Gürcü hemen yanındaydı.

"Bunları karargâha bırakırsak kaçmamız zor olmayacak mı?"

"Kapısına bırakacak değiliz. Onlar Karargâha varamadan gitmiş oluruz. Sen bu gece mi döneceksin?"

"Görev verdiler. En fazla üç gün içinde halletmem gerekiyor. Bu gece gidersem zar zor işi halledeceğim."

Kısacık bir an bize bakan Yırtıcı "Gürcü dilinde konuşsam bile anlayacaklar, değil mi?" deyip yeniden önüne döndü. Yanılmıyordu. Anlamayacağımız bir dil bulmaları fazlasıyla zordu. Timimdeki her asker en az üç dil biliyordu ve bildikleri diller farklıydı. Hangi dili seçerlerse en azından birimiz o dili biliyor olacaktık. "Gelişme var mı? Kardeşinle ilgili yani?"

Gürcünün yüzüne yerleşen kedere tek kaşımı kaldırdım. O güçlü kadın gitmiş, yerine acı çeken biri gelmişti. "Yok," derken sesi titredi. Gözümün önünde kendisinin iki katı bir adamı devirmiş, Ayçiçek kriz geçirirken elinin neredeyse parçalanmasını umursamamıştı. Yırtıcının sorusunu cevaplarken bunları yapan kişi değildi sanki. "Beş yıl oldu. Dirisini bulamayacağımı biliyorum ama ölüsünü de burada bırakmak istemiyorum."

"Umudunu kaybetme," diyen Yırtıcı uzanıp Gürcünün başını okşadı. Hemen yanımda oturan Dağhanın kıpırdadığını fark edince göz ucuyla askerimi kontrol ettim. Sıkılı dişleriyle yakalandığımız ilk gün kurtulamayacağını anladığı kelepçeyle uğraşıyordu. Açamayacağını kabullendiği halde yine çabalaması garipti. Yeniden en öndeki ikiliye baktım. "Sancarın saklandığı delikten çıkması on yıl sürdü, Gürcü. En sonunda oldu. On yıl sürse de oldu. Biraz daha dayan."

Derin bir nefes alarak boynuma asılı olan kolyeye baktım. Formamın altında komik görünüyor olmasına, elimdeki silaha yakışmadığı için arkadaşlarım tarafından dalga konusu haline gelmesine rağmen hiç çıkarmamıştım. Ayçiçek'i bana hatırlatan oydu çünkü. Küçük Ayçiçek'i fotoğraflar sayesinde hatırlıyor olsam da sesini unutmuştum. Yüreğimi en çok ezen kahkahasını da unutmuş olmamdı. Bir tek bu hayalimizi unutmamıştım. Kolye sayesinde unutmamıştım.

Geçmiş...

Heyecan içinde yerinde kıpırdanan Ayçiçek gözlerini kapatan eller yüzünden küçük bir çığlık attı. Yakalanmaları halinde başlarına gelecekleri bilen Barbaros hızlıca elini ağzının üzerine kapattı ve "Doğum gününde terlikle kovalanmak mı istiyorsun?" diye homurdandı. Saat on iki olmak üzereydi. Herkes uyuyordu ama asker eşleri en az eşleri kadar seslere duyarlılardı. Anneleri evde olmadıklarını anlarlarsa başlarına gelecekleri biliyordu. Annelerini bir şekilde hallederlerdi de, Yakup Gümüş kızının Barbarosla gece yarısı lojmanın dışında buluştuğunu duyarsa kemiklerini kırardı.

Elinin çimdiklenmesiyle tıslayarak geri çekildi. Ayçiçek kıstığı gözleriyle arkasını döndü. "Ödümü kopardın be," derken sinirli görünüyor olsa da uzanıp Barbarosun elini tuttu, çimdiklediği kısmı kontrol etti. On altı yaşında olmasına rağmen yaşıtlarından uzun ve iri olan çocuğa zarar verme ihtimali olmadığını bildiği halde onun için endişelenmeden duramıyordu. Küçük bir kızarıklık dışında iyi olduğunu görünce elini tokatlayarak uzaklaştırdı. "Hem utanmıyor musun sen? İnsan doğum günü kızını bekletir mi?"

Akrep [+18]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin