8.

177 20 39
                                    


İsmail kapının önünde usulca sevgilisini bekliyordu. Niye bu kadar gecikti diye geçirdi içinden. Stresten bacağını sallayıp duruyor bunu fark etmiyordu bile. Vücudundaki zevk sarhoşluğu azaldıkça ne yaptığının farkına varıyordu. Tehlikeyi hiç korkmadan, cesurca kendine çekmişti ve bunu yeni idrak ediyordu. Bu yaptığı sonucu neyi hak ettiğini umursamıyordu küçük olan. Onun için hedefler ve sonuçları önemliydi. Amacına ulaşmıştı. Belkide barışın binbir haykırış sakladığı sessiz bakışlarından aldığı hazzı, dudakları arasındaki organdan daha çok sevmişti.




Barışa sahip olabilmek, onu kontrol altında tutabilmek zordu. Belli başlı zaafları vardı ve bunları bir tek İsmail biliyordu. Tırnaklarıyla kazıya kazıya bulmuştu zaten onlarıda. Kullanmaya genelde cesaret edemezdi. Ama son bir hafta içinde barış zıvanadan çıkmıştı ve bir cezayı hak etmişti. Kendini haklı çıkartmak, suçunu hafifletmek için beyninin kendinden bağımsız düşünceler ürettiğini o esnada fark etti İsmail. Neler olacağını çok merak ediyordu.




Bütün bunları düşünürken kapıya yaslandığını fark etmemişti. Gelen ayak sesleriyle yerinde doğruldu. Ses içeriden değilde sağ taraftan geliyordu. İsmail bunu fark edince gözlerini biraz kısıp sağ tarafa çevirdi kafasını. Karanlıktan dolayı hiçbir şey görünmüyordu. Uzun ve sessiz koridorda yankılanan tek şey sahibi belirsiz ayak sesleriydi ve İsmail ürkmedi değildi. Tam tırsıp kapıyı açıp sevgilisinin olduğu yere gireceği esnada sol taraftan gelen cam kırılma sesiyle korkuyla yerinde sıçradı. O bedenini çoktan o tarafa döndürmüşken arkasından ağzına kapanan elle nefesinin kesildiğini fark etti. Kimdi bu?





İsmail tüm olasılıkları kafasından geçirirken bir yandan eli ısırmaya çalışıyor bir yandanda geriye doğru sürükleniyordu. Elin sahibi her kimse konuşmuyor, onu bir yere götürüyordu. En azından İsmail öyle düşünüyordu. Sahipsiz elin verdiği korku ismailin tirtir titremesine sebep oluyordu. Barışı istiyordu, sevgilisini istiyordu. Bağarmaya çalışsada ağzını tutan el öylesine sıkıydı ki zırnığı çıkmıyordu sesinin. Aklına dolan korkunç düşüncelerle gözünün dolduğunu hissetti. "Hayır, bu kadar güçsüz değilsin İsmail, ağlama." Diye mırıldandı kendi kendine.





İsmailin çırpınışları eşliğindeki yolculukta ızun koridorun sonunda kapı açıldığında bir odaya itildi İsmail. Yüz üstü düştüğü yerde burnunu bir şeye çakmıştı ama oda öyle loştu ki çaktığı şeyin ne olduğunu bile göremiyordu. Burnunun acısıyla ve durumun belirsizliğiyle iyiden iyiye gözünden akan yaşlara engel olamayan küçük ağlamaya başlamıştı. Odadan ne ses çıkıyor ne de bir hareket belirtisi alınıyordu. Bağırdı İsmail. "Kimsin sen! Bırak beni!" Yavaşça olduğu yerde gitgide geriye yaslandı, ayağa kalkarsa bir şeye rastlayacağından korkuyor, kalkamıyordu.




"Barış, barış!" Diye adeta boğazını yırtarcasına haykırıyordu ismail ama gelen korkunç sesle susmak zorunda hissetti. "Barış yok, onu bir daha göremeyeceksin küçüğüm." Duyduğu şeyin etkisiyle ağlaması dahada şiddetlenen İsmail söz konusu barış olunca küçük bir çocuğa dönüşüyordu. Kendisine bir şey olduğunda ilk barışı düşünüyor, hemen aklını barışın yokluğuna götürüyordu. Şimdiyse birisi tarafından kaçırılırcasına bilmediği bir yere sürüklenmiş, üstüne barışı bir daha göremeyeceği söylenmişken sakin kalması öylesine zor oluyordu ki.




Söz vermişti sevgilisine bir daha böyle durumlarda panik yapmayacağına dair ama İsmail yine dayanamamıştı. Nefesinin kesildiğini hissederken ağzından zar zor bir kaç kelime döktü. "Saçma sapan konuşma, çıkart beni buradan." Dediği şeyin saçmalığının farkında olsada şu anda karşısında gitgide ona yaklaşan bir gölge vardı. Tek düşünebildiği şey sevgilisinin yanına ışınlanabilme istediğiydi. Tanrı'ya milyon kez yalvarıyordu içinden.




Come for me. | BaismWhere stories live. Discover now