1: HÜSRAN VE ÖFKE KALESİ

172 27 8
                                    




Aslında her şey kaleme alınabilecek kadar klişe görünüyordu. İlgi çekici ve yürek parçalayan bir geçmişi vardı. Peşini bırakmadığı aşikârdı. Hayatla ilgili beklentilerini sorduğunda her gencin verdiği cevapları vermezdi; ne beklediğini bilmiyordu. Trajik bir ailenin beklentilerini çaldığını okuyan herkes, ona hak verirdi. Aşırı dozdan ölen bir baba ve depresif bir annenin, gelecekten umutlu olan bir kız çocuğunu yetiştirme olasılıkları ne kadar yüksek olabilirdi? Belki yüzde on. Eğer öyleyse Manolya, yüzde doksanlık kısımdaki yerini almıştı.

Klişelerden devam ederdi hikâyesi. Yeni bir liseye başladığını anlatırdı. İnsanların bakışlarından söz ederdi. Cana yakın sıra arkadaşı ya da popüler kızlardan bir tanesinin ona olan bakışları, okuru Manolya'ya bağlardı. Belki sınıfta gözüne kestirdiği yakışıklı bir çocuk bile olabilirdi. Şansı yaver giderse, hocası bu çocukla onu eşleştirirdi ve Manolya, şöyle düşünürdü: Sanırım her şey yoluna giriyor.

Olan bu değildi. Manolya'nın yazarının aklında başka bir şey olmalıydı.

"Geç kalacaksın," diye homurdandı masanın başından. "Seni bırakmakla uğraşamam."

Şanslıysa gerçekten de uğraşmazdı.

Çantanın fermuarını çekerken sadece başını salladı.

"Anahtarını al," dedi. Bu sefer ağzındaki lokmadan dolayı sesi boğuk çıkmıştı. "Geç gelirim." İşte güne güzel başlamak diye düşündü. Şanslıysa hiç gelmezdi. O kadar da şanslı olmadığından emindi. Yine de ara sıra umut edebiliyordu. Hâlâ.

Mutfaktan çıkarken sırtından aşağıya doğru süzülen bakışları hayal etmemeye çalıştı ve vestiyerden anahtarını alarak evden ayrıldı.

Serin havaya rağmen hırkasını giymeyi reddederek kulaklıklarını kulağına yerleştirdi, gece uykuya dalmadan önce dinlediği şarkı hâlâ uygulamada açıktı. Sıkılmış değildi, şarkıyı başa aldı.

#XXXTENTACION - Everybody Dies In Their Nightmares

Bir süre yürüdü. Dünden kalan yağmurun bıraktığı su birikintisine basmadan geçmeye çalıştı, kaldırımda ilerledi ve trafik ışıklarına bakarak karşıya geçtiği sırada şarkı şöyle devam etti. "Gerçekten dışarı çıkmak istemiyorum, trafikten nefret ediyorum."

Hayatı bir gün film olursa bu sahnenin gözüktüğü sırada şarkının bu kısmı çalarsa oldukça havalı olurdu fakat Manolya'nın hikâyesini film yapmayı aklından geçirecek yönetmenin gişeyle ilgili pek bir beklentisi olmamalıydı çünkü biliyordu ki hayatını dışarıdan izleyen kendisi olsaydı, filmin fragmanına baktığı anda gitmemeye karar verirdi.

Okulu çok uzak sayılmazdı. Eski okuluna göre oldukça yakın olduğu bile düşünülebilirdi. Üç farklı otobüse bindiği günlerin sevilecek tek bir yanı bile yoktu. Buraya taşındığı günden beri başına gelen üç şeyi saysa, birinci sırada bahsedeceği şey okulu ve evi arasındaki uzaklık olurdu. Ev. Gerçekten de yeni evi buradaydı. Annesinin yanında değil. Babasının mezarında değil. Bir yetiştirme yurdunda değil. Hiç beklemediği bir yerde. Dayısının iki artı bir, perdeleri sigara kokan apartman katında.

Artık evi burasıydı.

Nerdeyse üç ay olmuştu ama hala üç saniye önce gibiydi. Belki de insan hayatının yörüngesinden çıktığı o an, zaman kavramını da yitirdiği andı. Her şey sanki birkaç saniye önce olmuş gibi geliyordu. On yıl öncesi de, on saat öncesi de, on dakika öncesi de. Bu yüzden, okulun kapısından içeriye her girdiğinde sanki ilk defa buraya geliyormuş gibi hissediyordu. İnsanların ona baktığı ya da kim olduğunu merak ettiği yoktu. Herkes onunla ilgilenemeyecek kadar kendi halindeydi. Manolya, kapıdan içeri her girdiğinde aynı şeyi düşünüyordu. Herkesin ona baktığını. Ve bu, ensesindeki ufacık tutamdaki pembe boyadan kaynaklı da değildi. Sanki herkes, Manolya'nın sırtındaki dikenlerin farkındaydı ama o dikenler sadece Manolya'nın kendisine batıyordu.

MANOLYA'NIN UYKUSUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin