"Manolya,
Bil ki zamandan tasarruf edilmiş bir acı hiç yaşanmamıştır.
Yaşaman gereken son acıyı yaşayamadan toprağın altına giremezsin. Sen kendi öleceğini zamanı kendin seçmemişsin, sen kendini toprağın altına koyup nasıl olsa bir gün ölürüm diye beklemişsin.
Manolya, yalancı bir toprakta yetişmekten daha kötüsü o toprağı evin zannetmektir. Sen kötü kaderi evin zannettiğin için, hep aynı bozuk rayda ilerlesin zannediyorsun. Eğer o rayda ilerlersen, yaşaman gereken o son acıyı yaşamadan ölebileceğine inanıyorsun.
Yanılıyorsun.
Üstüne kapanan bir kapıdan söz ettiğine göre ya o kapıya parmağını sıkıştırdın ya da kapının ardında bir şey unuttun. Yoksa insan üstüne kapanan bir kapıya neden bu kadar çok anlam yükler, eğer bu üzerine kapanan ilk kapı değilse? Yazdıklarına bakılırsa üstüne kapanan ilk kapı değil, nicelerini görmüşsün.
Manolya, bu kendine yazdığın bir mektup değil. Bir nefret söylemi. Eğer kendine bu denli öfkeliysen ya yalancı toprağını terk etmelisin ya da trenden inmelisin. Ya da sadece o toprağın altında ölmeyi bekleyeceksin fakat bil ki, ölümü beklemek sandığın kadar kolay değil. Biliyorum, daha önce bekledim.
Şimdi ya kendine gerçek bir mektup yaz ya da bir başka nefret söylemi.
ichigo ichie,
-A."
Manolya durdu. Bu eylemi pek sık yaptığı söylenemezdi çünkü bedeni duraksasa bile zihni pek itaatkar davranmazdı. Yetişmesi gereken bir tren, bulması gereken bir hazine ya da kovalaması gereken bir kaçak varmış gibi hareket ederdi. Bir labirente sıkışmış, o labirentin çıkışını bulmazsa her şey son bulacakmış gibi davranırdı. Bu yüzden, bedenine itaat ederek duraksayan zihni onu şaşırttı. Yeniden başlatılan ağır bir bilgisayarmış gibi, zihninin kendine gelmesini ve komutları algılamasını bekledi. Sonra mektuba tekrar baktı. Gece yarısı uyanıp kendi kendisine yazdığı bir mektup olup olmadığını düşündü ama öyle olsaydı alta ne -A imzası atar ne de imzanın üzerine anlamını bile bilmediği iki kelimeyi yazardı.
Derin bir nefes aldı, ana sayfaya döndü. Konsepti yenilemiş olabilirler miydi? Artık mektuplara cevap mı veriliyordu? Hayır, ana sayfada hala aynı cümleler yer alıyordu. Kendinize bir mektup yazın ve cevaplaması için gelecekteki size yollayın.
Herhangi bir mektuplaşma uygulamasına dönüşmediği aşikardı fakat o halde bu mektubun burada işi neydi? Bir anda kendisini çırılçıplak hissetti. Kendisiyle ilgili düşündüğü her şeyi bir yabancının bilmesi onu huzursuz etmişti. Mektubu yollarken birinin okumayacağını düşündüğünden değildi, elbette birisi okumuştu fakat yanıt almak işin farklı ve aşağılayıcı bir tarafıydı. Bir ayna ile yüzleşmek değil, aynadaki aksinin de sana cevap vermesiydi. Üstelik bu cevaplar, senin vereceklerin bile değildi.
Ne yapacağını bilemeyerek ekrana bir süre baktı.
Göğsü ağrıyordu. Kendini ifşa etmiş olmak göğsünü ağrıtıyordu.
Mektuba cevap vermeyecekti. Hayır, kendini daha fazla ifşa etmeyecekti. Neyse ki daha fazlasını anlatmamıştı. Ya bu mektubu cevaplayan kişi onu tanıyorsa özellikle cevap verdiyse? Kendisi hakkında daha fazla şeyden bahsetmek bu ihtimali güçlendirirmiş gibi sayfayı kapattı ve bilgisayarı bir köşeye bıraktı.
Bir süre ne yapacağını kendisi de bilemeyerek boş duvarı seyretti. Boğazında hafif bir ağrı vardı fakat göğsündekiyle kıyaslanamazdı. Keşke hayatı boyunca boğazı ağrısaydı ama göğsü bir daha hiç sızlamasaydı. O zaman Manolya hissetmenin ne demek olduğunu bu denli bilmezdi. O zaman Manolya...