"Babanı durdur!" diye bağırdım karşımdaki küçük kıza. Oturmuş gülerek pastasına bakıyordu. "Babanın peşinden git!" Silah sesi... Çığlık sesleri... Ve küçük kızın kimsenin duymadığı ağlama sesleri... "Hepsi senin yüzünden!" Ağlamaya başladım. "Gitseydin! Durdursaydın onu!"

"Gitseydin! Durdursaydın!" Terler içinde uyandım. Üzerimdeki pikeyi kenara atıp derin nefesler almaya başladım. "Sakin ol Kiraz... Sakin ol..." Sakinleşmem gerekiyordu. "Sakin..." Ayağa kalktım ve mutfağa girip kendime bir bardak su aldım. Titreyen ellerimle hepsini bir yudumda içip bitirdim.

"Ela?" dedi mutfağa giren Kerim. Elimi havaya kaldırdım.

"İyiyim." Arkamı dönüp bardağı bıraktım ve tekrar Kerim'e döndüm. "Kabus gördüm. Alışkınım ben. Sorun yok." Kerim'in yanından geçip mutfaktan çıktım ve bahçeye çıktım. Merdivene oturdum ve derin nefesler almaya devam ettim. "Geçti Kiraz... Geçti..." Omuzlarıma bırakılan pikeyle arkama döndüm. Kerim yanıma oturdu.

"Bir şey ister misin?" Başımı salladım.

"Gerek yok. İyiyim." Ellerimle oynamaya başladım. Gözlerimi de ellerime odaklamıştım. Ellerimle oynamak, onları hareket ettirmek bana iyi geliyordu. "Yine kurtaramadım." dedim fısıltıyla. "Yine olmadı."

"Ne olmadı?"

"Kurtaramadım." Gözlerimi Kerim'in gözlerine çevirdim. "Yine kurtaramadım." Gözlerim dolmuştu. "Neden hiç kurtaramıyorum?"

"Kimi?" Cevap vermeden Kerim'e sarıldım. Kokusunu içime çektim. Kerim'in kokusu neden bilmiyorum ama bana hep o günün sabahını hatırlatıyordu. O sevinçli hallerimi, annemle babamın koşuşturmalarını, kahkahalarımızı, o fotoğrafı...

"Bana son bakışı, son gülüşü hiç aklımdan çıkmıyor..."

Kendime engel olamıyor gülümsüyordum. Çünkü bazen en kötü anılarınız aynı zamanda en güzel anılarınız olurdu.

"Her şey onun yüzünden." Elleri saçlarıma gitti. Şaşırsam da hiç tepki vermedim. "Benim... benim onu bulmam gerek." Geri çekilip ayağa kalktım. Hemen salona girdim ve telefonumla çantamı elime aldım.

"Ela nereye?"

"Benim onu bulmam gerek." Tam çıkacağım sırada bileğimde Kerim'in elini hissetmemle Kerim'e döndüm. "Bırak beni Kara!" diye bağırdım.

"Önce bana nereye gideceğini söyleyeceksin!" diye Kerim de bağırınca biraz kendime gelmiştim.

"Ben... bir şey yok." Elimi elinden kurtarıp koltuğa oturdum. Çantamı ve telefonumu da kenara bıraktım.

"Ben bize birer kahve yapayım. Sonra da konuşalım." Cevap vermedim ama Kerim mutfağa gitti. Beş dakika sonra elinde iki bardakla birlikte geldi. Bana uzattığı bardağı aldım ve avuçlarımla sardım. Ben üşümüyordum ama ellerim buz gibiydi. "Dudağın kanayacak." Kerim'e döndüm. İlk önce anlamamıştım. Sonra dudağımı ısırdığımı fark edince dudağımı serbest bıraktım.

"Ben sadece Cihan'ı mahvetmek değil, babasını da mahvetmek istiyorum." dedim bir çırpıda. Uzatmanın hiçbir faydası yoktu.

"Ama-"

"Ölmedi. Bence ölmedi..."

"Sence mi? Senin sezgilerine göre mi böyle düşünüyorsun?"

"Cihan dışında kimse bilmiyor bunu. Ailesi bile öldü sanıyor. Ama ben bulacağım." Kerim'e döndüm. "Bulmam gerek."

"İyi de neden?"

"Çünkü yaptıklarının hesabını ödemesi gerek." Kahvemi yudumladım.

"Nasıl bulacaksın tek başına?"

Hırsız AjanWhere stories live. Discover now