١٩ ) Kudüslü beyaz elbise.

4.8K 452 18
                                    

Evet dostlar cümleten selâmun aleyküm :)
Nerede kalmıştık yav :)
Bölüm biraz geç geldi, affola. Yoğunluktan ötürü.
Medyadaki sohbetten istifâde edelim canlar, gerçekten durup düşündüren bir sohbet.
Sohbetin başlığına;
Bu sohbeti sakın izleme sinirlerin alt üst olacak, yazmışlar ama...
Kesinlikle izlenmeli. Sinirlerin alt üst olduğu ise doğru. Buyrun sohbete. Sohbetten bir kesit olarak;
Dörtte üçü su olan dünyada, planlarınızın sular altında kalması çok yüksek.
Yeni bölüm hayırlı olsun.
Eğer ilerki bölümlerde ,
Şuna da değinseniz güzel olur, ya şundan da bahsediverin derseniz eyvallah. Çok iyi olur :)
Bu bölüm daha uzun yazacaktım ama sizleri daha fazla bekletmek istemedim.
Neyse çok konuştum, yorum atmayı ve votelemeyi ihmal etmeyin, Allah'a emanet olun ت






























Ahiret arkadaşlığı...
Cennete götüren bir sevdaya dahil olmak...
Başarabilir miydik acaba?
Birbirimizi yalnızca ve yalnızca Allah için sevecektik...
Elbette Rabb'imin karşıma çıkardığı bir nimetiydi. Bunu inkâr edemezdim. Ama tek gayem bundan sonra onunla dünyada buluştuğumuz gibi cennette de buluşabilmekti.
- Ee bir şey demeyecek misin Şühedâ?
+ Yüreğinden kopan bu şeyleri hakediyor muyum acaba diye düşünüyorum.
- Haketmeseydin gerçekleşmezdi ki...
+ Hamza, gel otur. Kaldın öyle.
Birbirimize tebessüm edip koltuklara geri oturduk. Bir yandan acayip derecede mutluydum, böyle bir şeyi asla beklemiyordum. Bir yanımsa ciddi anlamda şu genç yaşımda ona iyi bir eş olabilecek miyim korkusu basmıştı. Bunu Hamza'ya açmanın vaktiydi galiba.
- Hamza. Habibi. Allah senden râzı olsun ki beni çok mutlu ettin. Kudüs'te veremediğin yüzüğü şimdi uzattın bana. Bunu geri çevirmek olmaz. Lâkin... Ben sana iyi bir eş olabilecek miyim? Henüz okuyorum, başarabilecek miyim?
+ Ey yüreği güzel Şühedâ. Bunları hiç düşünme olur mu? Şu an aklından bunların geçmesi bile bana iyi bir eş olacağının sinyalleridir.
- İçimi rahatlattın yine. Hadi ver yüzüğü, takayım.
Yüzünde birden güller açmıştı. Nasıl sevindiğini nasıl anlatsam... Kara gözlerinin tâ içi parlamıştı...
Yüzüğü kutudan alarak, sağ serçe parmağıma taktım. Elimi havaya doğru kaldırarak Hamza'ya gösterdim. Güzel gözlerini bana çevirip göz kırptı.
- Yarın okuldan sonra, bu saatlerde gel.
+ Aa. Hayırdır şimdi?
- Sen gel, ha bir de o kutuyu aç artık.
+ Bak yine sormuyorum sana. Gel desen de git desen de sorgulamıyorum. Biliyorum ki nereye götürsen mutlu olacağım.
- Allah senden râzı olsun habibti.
+ âmin canım senden de.
Ben de göz kırparak odasından çıktım. Şimdi minik yüreklerin yanına gitme vaktiydi. Kabul geç kalmıştım. Ama elime bakıp o yüzüğü gördüğümde birine ait olmanın verdiği güvenle gezecektim artık. Bakalım bizleri neler bekleyecekti?
...
Odaya girdiğimde yine meraklı gözlerle beni bekliyordu cennet çocukları.
- Selâmun aleyküm çocuklaar.
+ âleyküm selam ablaa.
- Nasılsınız bakalım, diyip karşılarına bir sandalye çektim. Yine aynı olgunluk ve samimiyetle hep bir ağızdan cevap verdiler.
+ Elhamdulillah.
- Aferin size. Bugün ne yapalım?
Yasir hemen söze atlayıp,
-Sohbeeet. Bize bir şey anlat abla.
Diğer çocukla da sevinçli halde neam diye onayladılar. Onlara baktıkça gurur duyuyordum. O esmer yüzlerine çoktan kocaman bir nur oturmuştu. Bir çocuk oyun oynayalım derdi oysa. Ama onların hepsi sohbet dinlemek istiyorlardı. Gerçekten bu çocuklar yüreğimin incisiydi.
+ Sizler ne kadar olgunsunuz, maşaAllah ya. Tamam kuzucuklar o zaman dilim döndüğünce anlatayım size. Ne öğrenmek istiyorsunuz?
Halid konuştu bu kez.
- İnsanı anlat abla.
+ İnsan?
- Neam, insan.
Hayret etmiştim. Nereden başlayacaktım şimdi?
+ Peki o hâlde.
" Bismillahirrahmanirrahim. Evet çocuklar. Halid'in isteği üzerine insanı konuşacağız. İlk insandan başlayalım. Hazreti Adem aleyhisselâmdan. Evet o bir peygamberdi. Şeytana uyup yaptığı bir hatadan ötürü dünyaya geldi. İnsanın serüveni böyle başladı. Hazreti Havva annemiz de eşiydi. Lâkin dünyaya gönderildiklerinde ikisi de farklı yerlerdeydi. Birbirlerini bulmalarını epey zaman sürdü. Tövbe üstüne tövbe ettiler. Yakarışlar, duâlar semaya yükseldikçe yükseldi. Nihâyet tevbeleri kabul olundu ve Arafat Tepesi'nde birbirlerine kavuştular.
İnsan dediğimiz varlık imân edince, Allah'a tâbii olunca kul olur. Allah dostu olur. Evliya olur...
İmân etmeyen insan belki hayvandan daha aşağıdır.
Kur'an'da insana denilir ki,
- Hiç düşünmez misiniz?
Sâhi hiç düşünmüyor muyuz biz? Biz nereden geldik nereye gidiyoruz? Fe eyne tezhebun?
İnsan sadece bedenen insan değildir. Ona bir yürek, bir vicdan verilmiştir. Yüreğini kullanmazsa vicdanının sesini nasıl dinleyebilir? Aklını kullanmazsa doğruyu nasıl bulabilir?
İnsan dediğimiz varlık, Allah'ın halifesidir. Peygamberler de insandır. Mükemmel insanlardır. Seçilmişlerdir. Peygamberlerin en üstünü Efendimiz aleyhissalâtuvesselâmdır.
İnsan zorluk da çeker, bolluk da da yaşar. Gözyaşı da döker, tebessüm de eder. İnsana insan demek için bir şart vardır yalnız. İmân.
Zafer inananlarınsa,biz neden inananlardan olmayalım? Allah'a muhabbet duymak için ne engel vardır? İnsan, imân edince güzel.
Sizler benim kardeşlerimsiniz. Yüreğiniz çok temiz,çok güzel. Sizler benim yüreğimin incisi oldunuz. Allah sizlerden râzı olsun. "
- Ablaaa, bir daha anlat bir daha.
+ Halid, çok mu beğendin kuzucuğum?
- Evet, abla. Bir daha...
+ İnşaAllah başka zaman canım benim. Bak vakit geç olmuş. Sizin ilaç saatleriniz de gelmiş. Allah'a emânet olun canlarım benim.
Bu odadan her çıkışımda yüreğimden bir parça bırakıyordum. Gerçekten onları çok seviyordum.
...
Hastaneden çıkmadam önce Hamza'ya uğrayıp eve öyle geçeyim diye düşünmüştüm. Hamza'nın kapısının önüne geldim ve kapıyı tıkladım. Lâkin ses gelmedi. Hamza, diye seslendim. Yine ses gelmedi. Acaba odada mı yok deyip kapıyı açtım. Açmamla donakalmam bir oldu. Filistin'de o parkta durduğu gibi iki eliyle başını tutuyor ve masaya bakıyor. Canımdan can gitti. Dolu gözlerle, hızlı adımlarla Hamza'ya yaklaştım.
- Habibi. İyi misin?
Bir hıçkırık sesi geldi sadece. Bugüne kadar hep aramızda en az bir metre olurdu konuşurken. Ama şimdi çok yakınındaydım. Onu bu hâlde bırakıp gidemezdim, asla.
- Hamza. Kalk.
Bana ağladığını göstermemek için çaba sarfediyordu.
- Ağla Hamza. Günah değil, ayıp değil.
Ağlamaktan kızarmış gözlerini kaldırıp bana baktı. Şimdiye kadar hiç yapmadığım bir şeyi yaptım. Ellerini başından çekip ellerimle buluşturdum. Bu esnada Hamza ayağa kalktı. Hiçbir şey söylemeden sarıldım ona. Yüreğim yüreğiyle buluşmuştu. İlk defa sarılıyordum ona. Ona sarılmak şu dünyadaki en büyük nimetlerdendi.
Hıçkırarak;
- Şühedâ.
Diyebildi sadece.
+ Ağla Hamza. Ama benim yanımda. Benim omzumda.
On beş dakika boyunca bu vaziyetteydik. Nihayet Hamza sakinleşince anlatmaya başladı.
- Hamza, ne oldu?
+ Ahmed Şühedâ, Ahmed.
- Hayrolsun, ne olur sakin ol.
+ Mustafa gibi. Bir eylemde vurulmuş.
Şaşkınlıktan açılan ağzımı iki elimle hemen kapattım.
- Ne, nasıl? Durumu nasıl? Hamza,bak. Eğer bir şey olduysa söyleme, ben anlarım.
+ Çok şükür, yaşıyor. Ama ağır yaralanmış. Derhal bu hastaneye naklini istedim. Şühedâ, eğer şehid olacaksa da Mustafa gibi benim kollarımda şehid olacak!
- Öyle olacak Hamza Allah'ın izniyle. Sen tedavi edeceksin. İnşaAllah burada ayağa kalkacak o.
Allah'ım. Nasıl bir şeydi bu? Abisiyle aynı kaderi paylaşmak. Gelmemişti bizimle. Şimdi sedyeyle mi gelecekti, gelmem dediği yere.
Ya Hamza? Hamza bu kadar acıyı yüreğinin neresinde saklıyor? Ben kıyamam ki ona. Hele onun ağlamasına. Onun o kara gözlerine...
- Hamza, yürüyerek gidelim mi eve?
+ Gidelim habibti. Bu bana da iyi gelecek.
Beraber hastaneden çıkmış eve doğru yürüyorduk.
- Şimdi daha iyi misin?
+ Daha iyiyim. Sen yanımdasın ya. Hani sana layık bir eş olabilir miyim diye soruyordun ya kendine..
- Evet.
+ Bugün anladım. Sen bana değil, ben sana layık değilim.
- Estağfirullah. Sakın bir daha böyle söyleme. Kötü gününde yanında olmak asıl vazifemdir.
+ Bir türlü resmi nikahı yapamadık. Affet.
- Ne affı? Sen şimdi boşver.
+ Hele Ahmed gözlerini açsın, o zaman söz.
- İnşaAllah.
...
Hamza, beni eve bıraktıktan sonra odama çekildim. Abim de evde yoktu, annem de. Babam zaten gece geliyordu. İyisi mi şu günlüğe iki satır daha yazmak.
" Ben bugün bir şey daha öğrendim. Kötü havalarda güneş kaybolmuyor. Sadece bulutlar güneşin önüne set oluyor. Ne zaman bulutlar gider güneş yüzünü gösterir. Güneş, Hamza'ya yüzünü gösterecek. Ona gönlüne iki yağmur damlası değecek. Gözyaşları akmayacak bir daha. Onun gözyaşlarınk benim gönlümü yaktı. Gözyaşı, yakar mı hiç? Yaktı işte. Bir daha yanmasın yüreklerimiz. Mustafa gitti. Ama Ahmed gözlerini açacak Allah'ın izniyle. Filistinliler'in yüreği dayanıklıdır, merttir. Haydi güzel yürekliler, kalkın ayağa. "
...
Ertesi gün Ahmed,İstanbul'a getirilmişti. Hastanede ameliyat kapısında hem Hamza'yı hem de Ahmed'den gelecek haberi bekliyordum.
...
٠ Hamza
Biliyordum, bu hayat ebedî değil. Lâkin şu sıralar çok düşüp kalkıyordum. Yoruluyordum. Tam da yorgunluğum azalıyor derken Ahmed'den gelen haberle bir kez daha sarsılmıştım. Bu kez düşmeyecektim, kararlıydım. Ama gözyaşlarımı saklayamaz oldum. Ağır geldi açıkcası. Bir kez daha bir dostumu kaybetmek istemiyordum. Vefat edecekse kollarımda, kanlı ellerimde vefat etsin istiyordum.
Ahmed'in Filistin'den yaralı bir hâlde geldiği gündü. Alelacele ameliyata aldık. Ellerimin titremesini kontrol ettikten sonra kendime geldim. Allah'ın ismiyle başladım ameliyata. Dışarda bekliyordu Şühedâ. Ahmed'im ise benden yardım bekliyordu. Her ikisini de memnun etmek boynumun borcuydu.
Ahmed, kalbinin hemen altından kör bir kurşunla vurulmuştu. Sadece bir milim daha yukarıdan vurulmuş olsaydı, şu an şehîddi. Akan terlerimi silen hemşireler, kan gölüne dönmüş bir ameliyat masası ve adeta otuz metre koşmuşcasına bir yorgunluk vardı. Çabaladım, uğraştım. Bir ara kalp ritmi bozuldu. Şok verdik. Düzelmedi. En son çare kalp masajına geçtik. Hemşirelere bırakın dedim. Ben yaparım.
Ya Allah!
Kaburgası kırılacaktı kardeşimin. Hadi dedim hadi. Hadi oğlum, sen güçlüsün. Dilimde Allah'ın esma zikirleri, gözlerimde yaş, alnımda ter...
Ahmed...
Normale dönüyordu elhamdulillah. Bir savaştan çıkmışcasına yorgundu, bitmişti bedeni. Oysa sadece vurulmuştu değil mi? Hayır. O sadece vurulmamıştı, bedeniyle ruhu birbirine savaş açmıştı. Bedeni kal diyordu, ruhu ise git.
Ahmed kalmayı tercih etti. İki saatlik bir ameliyattan sonra hastane koridorlarındaydım. İlk işim Şühedâ'ya haber vermek oldu.
- Şühedâ, atlattı.
+ Allah'ım sana çok şükür. Sen iyi misin? Çok yorgun gözüküyorsun.
- İyiyim. Evet yoruldum. Ama bunları boşverelim. Önemli olan Ahmed.
Odama geçip üstümü değiştirdim. Bedirhan Bey'in odasına çıkmam gerekiyordu. Koşar adım bir de oraya vardım.
- Buyrun Bedirhan Bey. Beni çağırmışsınız.
+ Gel oğlum. Bana artık baba diyebilirsin.
- Ee şey.
+ Gel otur evladım.
- Evet sizi dinliyorum. Zorlu bir ameliyattan çıktım kusura bakmayın.
+ Haberim var Hamza. Çok geçmiş olsun. Hastanın durumu nedir?
- Şu an iyi durumda. Odaya alacağız yoğun bakımdan.
+ Oh, iyi çok şükür. Bu akşam bir yemek yiyelim diyoruz beraber. Bize akşam saat sekizde beklerim oğlum. Aileni de al gel.
- Bu akşam. Biraz zor gibi efendim.
+ Rica ediyorum. Lütfen. Önemli bir husus konuşulacak. Yemekten sonra gidebilirsin.
- Peki Bedirhan Bey. Görüşmek üzere.
+ Güle güle evladım.
Odadan çıkıp kendi odama geçmekteydim. Hangi olayı düşünsem, ne yapsam, ne etsem diye diye yürüyordum. Şühedâ çoktan gitmiş olmalıydı.
Ahmed'in yanına uğradım. Gözlerini açmasını beklemek istiyordum hastanede. Ama emir büyük yerden. O yemeğe yarım saat de olsa gitmeliydim.
٠ Şühedâ.
Ahmed'in iyi olduğunu Hamza'dan öğrendikten sonra babamın yanına uğradım.
- Babacığım, ne yapıyorsun?
+ Gel güzel kızım. Eğer işin kalmadıysa eve geç. En güzel kıyafetlerini giy ve en iyi yapabildiğin yemekleri yap. Abin de hazırlansın.
- Yok işim kalmadı. Ama hayırdır baba? Kim geliyor?
+ Orasını boşver hadi bakalım marş marş.
Yolda sırf bunu düşündüm. Kim gelecek, niye gelecek ve neden yemek? Meraktan çatlayacaktım.
Eve gidip yemek yapmaya başladım. Bir mercimek çorbası, arnavut ciğeri, bezelye, pilav. Sanırım bu kadar yeterdi. Bir de börek ve tatlı. Pratik bir biçimde yapmam gerekiyordu. Ama annemse bana zerre yardım etmiyordu.
- Anneee !
+ Efendim yavrum.
- Mutfağa gelip bana yardım eder misin lütfen? Akşama misafir varmış.
+ Çok isterdim kızım ama her yerim ağrıyor.
Annemin içten içe sırıttığını hissedebiliyordum. Ne yani, bu kadar şeyi tek başıma ben mi yapacaktım? Olamaz. Nasıl yetişecek?
...
Tam beş saat. Mutfakta harcanan beş saat. Ee tek başınaysan katlanacaksın. Sağolsun anacım. Biraz sinirliydim. Ama ortaya iyi bir iş çıkarmıştım. Üstelik sofrayı da ben hazırlamıştım. Ne talihsizlik!
Gidip üstümğ değiştirecektim. Kudüs'ten aldığım beyaz elbiseyi giydim ama beyaz bir örtü taktım. Aynada kendime bakıp,
Hım beyaz yakışıyor. Ya da Kudüs'ten alındığı için mi?
Bu soruyu düşünecek vakit yoktu.
- Abiii!
+ Ne var Şühedâ?!
- Hemen hazırlan. Jilet gibi olman lazım. Misafirler az sonra gelecek.
+ Ne misafiri kızım?
- Ne bileyim babam söyledi.
+ İyi hadi.
Âh deli ya. Yemekleri biz yaptık asıl yorgun davranan taraf abim ve diğerleri.
Zil miydi o?
Ay, evet. Hemen kapıya koştum.
Ah, babammış.
- Hoşgeldin baba.
+ Hoşbulduk kızım. Gelirler şimdi yoldalar.
- Kimler baba ya?
+ Hadi hadi beklemeye devam et.
Babamın dediği gibi beklemeye devam ettim.
Aha da şimdi gerçekten onlar geldi.
- Heeey ahali. Gelsenize birlikte karşılayalım.
Kapının önünde toplaştık. Kapıyı ise kim açtı? Tabiki ben.
Kapıyı açtığım anda beni bir gülme tuttu. Gelenler Hamza,Esma,Hacer Teyze'ydi. Nasıl da tahmin edememiştim?
İçe buyur ettik onları. Direk sofraya oturduk. Hamza'nın acelesi olduğunu babam söylemişti, bu sebepten.
Servisi ben yapıyordum. Sırayla herkese yemeklerden ikram ediyordum.
- Ellerinize sağlık,çok güzel olmuş Saadet Teyze.
+ Afiyet olsun Hamza oğlum. Ama ben değil Şühedâ yaptı hepsini.
- Öhö. ( Ağzındaki yemeği neredeyse püskürtecekti . ) Aa gerçekten mi? O zaman senin ellerine sağlık Şühedâ .
+ Afiyet olsun Hamza .
*
- Oo Şühedâ Hanım ellerinize sağlık.
+ Sağol abim, afiyet olsun.
Esma ise konuşmamakta ısrarlıydı. O henüz yemem yemiyordu. Benimle beraber yiyecekti. Peçesi olduğu için başkalarının yanında çıkarmıyordu. İkimizin beraber yemesi daha iyi olacaktı.
Esma ile yine her zamanki mekanımızda yani bizim evin balkonunda yemek yiyorduk.
- Ukhti ya. Çok güzel olmuşsun.
+ Ay sağol kuzum. Kudüs'ten aldığımız elbise, alelacele almıştık.
- Evet farkettim. Alıcı gözüyle bakamamıştım, çok güzelmiş.
+ Sence Hamza da beğenmiş midir?
- Kapıdan girince direk elbiseye baktı zaten.
+ Yaa..
- Yemekler de enfes. Gerçekten hepsini kendin tek başına mı yaptın?
+ Evet ukhti.
- Hadi canım, gelin hanım.
+ Kız sus duyacaklar. Evet ne oldu?
- O zaman Hifa Teyze'nin yanına seni eleman olarak alalım.
+ Olur valla.
Muhabbet muhabbeti açıyordu. Ortalığı toplamaya giriştik Esma'yla. İki kişi olunca bir çırpıda bitmişti. Babam ise bizi çağırıyordu artık.
- Evladım hadi gelin. Bir şey söyleyeceğim.
Heyecanla içeri geçtik ve oturduk. Bir aralık Hamza'ya baktım. Ve başını 'olmuş'anlamında imâlı bir biçimde salladı. Elbisemden bahsediyordu anlaşılan. Ben de ona bir baş hareketiyle, utanarak cevap verdim.
Babam konuşmaya başlamış, beni iyice heyecan sarmıştı.
- Evet çocuklar. Diyeceklerim sizlere. İlk önce evimize buyur ettiğiniz için sağolun. Âdetler artık yerini bulsun. İmam nikâhınız var ama resmi nikâhınız yok. Böyle olmuyor. Yarından itibaren ev bakmaya başlayın. Resmi nikâh için tarih alın. Bunlar da söz yüzükleriniz.
Ha? Efendim?
Çok hazırlıksız yakalandım. Hamza'ya tekrar baktım. Gözlerinde hem şaşkınlık hem de 'nasıl yani' bakışı vardı ve o gözlerle bana,ben de ona bakıyordum.
...

Şühedâ.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin