Merhaba.
Bu hikayenin finalini bir türlü yazamıyordum ama sonunu tamamlamak bugüne kısmetmiş. Hala okuyan var mı bilmiyorum ama bu zamana kadar okuyup, oylayan ve yorum yapıp düşüncelerini paylaşan herkese teşekkür etmek istiyorum. Bir yolculuğun daha sonuna geldik. Umarım bu yolculukta benimle birlikte keyif almışsınızdır. Kusurlarım varsa affola.. Yeni hikayelerde görüşmek üzere.. Takipte kalınız. (=
* * *
Birlikte geçirdiğimiz o gecenin ardından ikimizde birbirimizden uzak duruyorduk. Dile getirilmemiş bir gerçeklik vardı. "Pişmanlık." Evet doğru duydunuz pişmanlık. Ben Jacob'ı aldattığım için pişmanlık duyuyordum. Fernando ise birlikte geçireceğimiz zamanları boşa harcadığımız için pişmanlık duyuyordu. Bunu gözlerinde görebiliyordum.
Telefonumun zil sesi düşüncelerimden sıyrılmama neden oldu. Jacob'dan gelen mesajı okuduğumda pişmanlığım bir derece daha artmıştı.
"Bu akşam bir şeyler yiyelim mi, hayatım?"
Ona ne diyeceğimi, yüzüne nasıl bakacağımı bilmiyordum. Bir seçim yapmak zorundaydım. Karar vermek zorundaydım. Bir tarafta Jacob, bir tarafta Fernando vardı.
Jacob; her şeyden önce benim dostumdu. Zor zamanlarımda yanımda olmuş, beni hiç yalnız bırakmamıştı. Omzumu yaslayabileceğim, güvenebileceğim biriydi. Ama diğer taraftan Fernando aklımı kurcalıyordu.
Sesli olarak ifade edemesem de Fernando'yu hayatım boyunca sevdim. Ve ona karşı hala bir şeyler hissettiğimi biliyordum. Fernando; tüm hayatım boyunca vardı. Benimleydi. Belki fiziksel olarak yanımda değildi ama hissettirdikleri benimleydi.
Ortada kalmıştım. Kime elimi uzatacağımı, kime sırtımı döneceğimi bilmiyordum. Tek bildiğim üzülen insanların olacağıydı. Ve onları üzecek olan bendim. Jacob'ın duygularından emindim. Peki ya Fernando? İşte onun duygularında emin değildim. Bana karşı hissettiği sadece bir çekim, bir arzu muydu? Yoksa daha derinlerde bir şey miydi?
Kalbim ne diyordu buna? Ya da mantığım?
Hangisini dinleyecektim? Hangi yolu seçecektim. Bilmiyordum. Çıkmazdaydım.
Sanırım bunu öğrenmenin en iyi yolu gidip Fernando ile konuşmaktı.
Ani bir kararla masamdan kalktım. Bir an önce yapmalıydım. Yoksa her an vazgeçebilirdim. Adımlarım Fernando'nun odasında durduğunda derin bir nefes aldım ve kapıyı hafifçe tıklattım.
İçeriden kalın ve tok bir ses "Girin!" dediğinde kendime düşünme fırsatı vermeden adeta odaya fırladım. Karşımdaydı. Beyaz gömleğinin kollarını dirseklerine kadar kıvırmış, bir elinde kalemini tutuyor ve önündeki dosyayı inceliyordu. Siyah ceketini sandalyesinin arkasına asmıştı. Adımlarımı duyunca başını kaldırdı ve bana baktı. Gözlerimiz kesişti ve bütün bedenim elektrik akımından geçiyormuş gibi titredi.
"Ne oldu?" dercesine bana bakıyordu. Ben ise donup kalmıştım. Sesim içime kaçmıştı sanki.
"İyi misin?" diye sordu merakla. Bakışlarında merakla birlikte endişe de vardı.
"Ben.." diye kekeledim. Sahi ya, ne diye gelmiştim ben buraya? Kalbimin bu gürültüsü de neydi böyle?
Benden cevap alamayınca ayağa kalktı ve yanıma doğru gelmeye başladı. Bense yerimden kıpırdayamıyor. Bana adım adım yaklaşmasını istiyordum.
Yanıma geldiğinde anlamaz gözlerle bana baktı. Parmakları usulca kollarıma dokunduğunda tüm tüylerim diken diken oldu. Neden karşısında küçük çocuklar gibi sus pus olmuştum ki..