Ege kafasında parçaları birleştirmeye çalışıyordu. Geri kalanları uzak tutmanın kolay yoluydu şimdilik. Kızın ikinci ismi Türkçe değildi. Fakat gayet güzel konuşuyordu. Kızın sağ eline cüzdanı bırakıp sol elini sıkmaya çalıştı. Ortada komik bir görüntü oluşmuştu. Kız gülümseyip cüzdanı diğer eline aldı. Ege'nin elini sıktı.
Bazı insanlar bu konuda yetkin olurlar. Kızın el sıkışması da güven veren cinstendi. "Buraya kadar cüzdanımı getirme nezaketini gösterdin. Dükkana gelip babamla da tanışmak ister misin? Hem teşekkür için sana bir şeyler ikram edebilirim. Başka bir planın yoksa tabi?" otobüsteki itici kızla karşısındaki kız arasındaki değişim enteresandı.
Dükkanı gerçekten merak ediyordu. Öğleden sonra okula geçmesi de gerekiyordu. Saatine baktı; 10.04, rahatlıkla yetişebilirdi. Şu an okula gitme isteği sıfırın altında kalıyordu. Düşünmekten kaçtığı her şeyi anlatmak zorunda kalacaktı. "Neden olmasın Zencefil'i epey merak etmiştim."
"Yazıyı okudun mu tebrik etmeliyim sanırım seni. Kendi yazısını babam bile zor çözüyor bazen." Elindeki sıcaklık çekilip giderken kız yürümeye başladı. Birkaç dükkan sonra en küçük olanın önünde durdular. Kız -Ada- gururla gülümsüyordu. Buraya taptığı belliydi.
Dükkan kapısının üst kısmında tahta bir levhaya özenle işlenmiş kelimeye baktı. ZENCEFİL. Sonra gözleri kapının üzerindeki başka bir levhaya kaydı. Latince bir şeyler yazıyordu. Ada kapıyı itince bir zil çaldı. Filmlerde kapıların tepesinde olanlardandı zil. Ege istemsiz merak dolu bakışlarla içeri girdi.
İçerisini anlatmak için ne söylenebilirdi acaba? Burası bambaşka bir evrendi. Minik olan odanın her yerinden bir şeyler fırlar gibiydi. Ki bu da kalabalık ve sıkışık bir ortam oluşturmuş olsa dahi burası harikaydı.
Adeta bir film setindeydi. Fantastik bir kurgunun işlendiği bir set olmalıydı burası. Zencefil'in büyüsü içindeki nesnelerdi. Cam bir tezgahta çeşit dolusu kolyeler, bilezikler ve yüzükler vardı. Bir duvar tamamen tahta raflarla kaplanmıştı. Bu raflarda cam kavanozlar içinde bir sürü canlı ve amberlerde saklanan bitkiler bulunuyordu.
Başka bir rafta kuklalar, ki bunlar alışıldık kuklalar değil uçuk kaçık karakterler, iki kafanın sığabileceği maskeler, tüylüsünden tüysüzünden zillisinden bir sürü bir sürü şapka... Bir yerde eski sayfalar, yanlarında deri ciltli yığınla kitap vardı. Ve daha anlamlandıramadığı daha nicesi Zencefil'in bir parçasıydı.
Gözü loş ortama alışmaya çalışırken Ada konuşmaya başladı. "Burası babamla benim dünyam. Dünyamıza hoş geldin." Dükkanımız yerine dünyamız demesi ilginçti. Ama bu konu hakkında yorum yapamadan kız bağırmaya başladı. "Baba nerdesiin?" tek bir bağırış babasının kolye tezgahının arkasından çıkmasını sağlamıştı.
Bu fotoğraftaki adamdı. Kuzen sandığı hani, babasıymış. 'Ah baya genç duruyor' diye düşünmeden edemedi Ege. Gerçi saçlarında yer yer beyazlar var. Ve sakallara da tek tük karışmış aklar. Üzerinde karnavallardan fırlamış bir gömlek, onu selamlamak için yaklaşırken ayağındaki şıpıdık terlikleriyle şortunu fark etmemekse imkansız. Adam da nasıl bir bünye varsa bu havada bu kıyafetler.
"Vuu yeni biri, selam genç bizler dostuz!" anlatılamayacak bir coşkuyla konuşuyordu. Ada'nın kime benzediği ortadaydı. Kızıyla yaptıkları bir şakaya dahil olmuştu Ege bir anda. Yeni biri derken ne demek istediğini anlamamıştı. Ama dost oldukları her hallerinden anlaşılıyordu.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zencefil
Novela JuvenilDüşler ülkesini bulmaktan vazgeçtiğimiz zaman mı ona ulaşırız? Hayallerimiz onları bir dolaba sakladığımızda mı gerçekleşmeye karar verir? Yoksa durmadan onlara ulaşmak için çabalamalı mıyız? Kalıcı mutluluk için rüyalarımızın hepsini gerçekleştirme...