Dev Balon Ağız

95 19 1
                                    

Uzun bir iki haftanın ardından gelen buram buram özgürlük kokan bir gündü. Mükemmel bir histi bu. Temiz bahar havası açık pencereden içeri doluyordu. Ve Ege, ege kokan bir bahar havasını özgürlüğün doyum noktasına yaklaşırcasına soluyordu.

Sınavlar, en azından son sınavlara kadar bitmişti. Üniversite sınavı için hala koşturmacalara devam edecekse de şimdi kısa bir ara verme zamanıydı. Okul sınavları gibi bir angaryadan kurtulmak hayatını kolaylaştıracaktı.

Sonuçları oldukça iyiydi. Düzenli çalışmaların faydasını görmüştü. Gerçekten bu geyiğin uygulama da işe yarayabileceğini düşünmemişti oysa ki. Bu cumartesi gitmek istediği bir yer görmek istediği iki insan vardı. Evdekilere biraz dolaşacağını söylemişti.

Alp'le turlarız diye çıktığı bir günü onla görüşmeden geçirmesi enteresandı. Ama bu cumartesi gitmek istediği bir yer görmek istediği iki insan vardı. Kapıdan dışarı adımını attığı andan itibaren ruhuna kaçıveren heyecan dalgasının etkisinden bir türlü kurtulamıyordu.

Dışarıdan biri fark etmese de Ege kendince dans ediyordu. Adımları dinlediği şarkının eşliğinde hareket ediyordu. Ve parçanın şu kafa dağıtıcı ritmi yok mu? Dalga gittikçe büyüyordu. Eski otobüs tıslayıp aksırarak önünde durduğunda yüzündeki neşeli ifade de sadece minik bir çarpılma olmuştu. Takmıştı bu otobüse; ama bugün değil.

Kocaman bir sırıtışla ilerledi otobüsün içinde. Kendisini bir savaşçı ilan etmişti. Fethetmesi zor oturması keyifli koltuklardan birine yerleşti. Tam bu sırada yanından geçmeye çalışan yaşlı bir adam kafasına dirseğini geçirmişti.

"Pardon evladım" cümlesi nedense kafasına giren şu acıyı birazcık bile azaltmamıştı. Sinirle kafasını salladı ve cama döndü. 'Ahh gerçekten acıyor yahu' diye söylendi içinden. 'Ama hayır neşe kaçma nolursun daha karpuz kesecektik.' Diye devam eden iç sesi bu espriyle, midesini bulandırmayı başarmıştı.

Ancak ve ancak Ege bugün mutluydu, bomba gibiydi ve falan filan... Mutlu hali geri gelmişti bir anda. Sakız patlatmaya çalışırken sakızını yere düşüren kızın şaşkın hali yüzünde bir gülümseme oluşturmuştu. Bir kağıtla sakızı otobüsün zemininden alan annesi sinirli bir şekilde kızına bakıyordu.

Arkadan gelecek olan haşlamayı sezen Ege kıza göz kırptı. Yanındaki koltuğa eliyle vurdu. Şaşkın kız önce ona sonra da annesine baktı. Annesi Ege'yi şöyle bir süzüp kafasını salladı. Anlaşılan minik kızımız anneciğini fazla yoruyordu. 4 – 5 yaşlarında gibi görünen dalgalı saçları sırtına kadar uzanan bir kızdı.

Ege yanına oturmasını bekledikten sonra neşeli bir sesle "Hoş geldin" dedi. Kız hala annesinden ürküyor gibiydi kısık bir sesle "Hoş bulduk" dedi. Yüzünde ağlamaklı bir ifadeyle annesine bakıyordu. Ege ise müthiş bir hızla çantasından sakız kutusunu çıkartmakla meşguldü. Kız ona dönünce konuşmaya başlamıştı.

"Tammam, Lüle Hanım bu kadar panikleme birazdan siniri geçer, hepsi aynı." Bu sözleri kısık bir sesle söylemişti hemen ardından gelen güven verici göz kırpma kızı gevşetmeye yetmişti. Ege aynı anda kızın annesine de güven veren bir ifadeyle gülümsemişti. İyi aile çocuğu, küçükleri seven ağabey model bir sırıtışı diyelim biz bu gülüşe.

"Evet o zaman seni amacın a ulaştıralım ister misin?" elindeki kutuyu havalı bir şekilde sallayıp kıza uzattı. "Kap bakalım bir sakız ve bir tane de bana. Şimdi Lüle Hanım sakızlar ağızlara; görev başladı."

Otobüsten indiğinde ağzında üç sakızın bileşiminden oluşmuş bir kütle vardı. Dev bir balon olma potansiyeline sahip bu kütleyi yanağının kenarına sıkıştırmıştı. Gülümsemeye çabalarken bile ağzı çarpılıyor gibi oluyordu. Hele sakızı çiğneyişi yok mu, tüm ağzı açık dişlerinin hepsi ortadaydı. Her şeye rağmen, o farkında olmasa bile, çok şirin bir haldeydi.

Ota, böceğe, duraktaki, teyzeye, tepesinde uçan kuşa hatta elektrik direklerine bile gülümseyerek ilerliyordu, Zencefil yolunda. 'Zencefil yolu' bu kalıp hoşuna gitmişti. O bir bahtsız şövalyeydi ve bu yolun sonundaki kapı da şansa ve yeni umutlara açılıyordu.

Tahta levhanın dibine geldiğinde bunlarla meşguldü zihni. Latince yzıya bakıp bunu bir ara sormayı unutmaması gerektiğine karar verdi. Kapıyı açtığında bu düşünce de diğer tüm ait olmayanlar gibi dışarıda kalmıştı. Sadece Zencefil'in büyülü havası bunu başarabilirdi.

Bu sıkışıklığı arıyordu zihni. Tıkışık, karmaşık nesneler, bu tanımlanamaz bileşenlerden oluşan kokuyu ve onu saran şu garip huzuru; hepsini özlemişti. Herhangi bir yerin onu bu kadar etkileyebileceğini düşünmezdi. Bu pek de Egesel bir davranış değildi.

Bazı tipler vardı hani. İlk dondurmamızı şu sandalyelerde yedik, onu şu kütüğe oturttum, bu ağaca takılıp düşmüştü... Tamam, görünce hatırlarsın ama takılacak bir şey değildi bu. Ege böyle düşünüyordu en azından. Bağlılık daha özeldi, öyle olmalıydı.

Ama bu farklıydı işte. Murat Baba dev bir gülümsemeyle ona bakıyordu. Dev Balon Ağız da gülümsemeye çalıştı. Ama şu çarpılmış ifade yüzüne yerleşiverdi. Siz siz olun üç sakızı aynı anda ağzınıza atmayın. Murat Babanın tok kahkahasına neşeli bir çınlama katılmıştı. Ada'nın orada olduğunu görmeyen Ege şaşkınca çınlamaya doğru dönünce bir kahkaha tufanı daha kopmuştu.

Hep beraber minik iskemlelere oturduklarında hala gülüyorlardı. Ege o sakız bileşimiyle konuşamadığını da keşfetmişti. Bu gerçekten görülmeye değer bir sahneydi. En sonunda istemeyerek de olsa sakızı atmak zorunda kalmıştı.

"Ee evlat, nasılsın bakalım? Ben daha erken bekliyordum seni aslında, Zencefil'e kapılan kurtulamaz öyle hemen." Derken aynı anda cin gibi bakıyordu Murat Baba. Ege sınavlar, çalışma, tempo, hık bık falan diye gevelerken Ada yardımına yetişti.

"Eh, baba yahu! Geldi sonuçta değil mi? Sen haklı çıktın, kazandın iddiayı." Biraz buruk bir sesle. Ege merakla Ada'ya baktı. 'Ne iddiası? Murat Baba hangi konuda haklıymış?' bu biraz kafa karıştırıcıydı. Onunla ilgili bir konu da bir şeyler çevirmiş gibiydiler.

"Gelip gelmemem üzerine tahmin mi yürüttünüz?" sorusunun tam hedefi vurduğu yüzlerinden anlaşılıyordu. Konuşmalarına fırsat vermeden devam etti. "Ada buraya gelmeyeceğimi düşünmen çok komik. Sence böyle bir yeri unutur muyum? Zencefil unutulur mu?" yok artık tınısı sesinin her desibeline sinmişti.

Ada ise gülümseyerek bakıyordu ona. Saçları bugün dalgalıydı ve yüzünü çevreliyordu. Biraz karışık bir havaları vardı ama gerçekten hoş duruyorlardı. Üzerinde ip askılı mavi bir elbise vardı. İşte bu çok daha hoştu. Ama Ada hala beyazdı. 'Pek denize girmiyor herhalde' diye düşündü.

Ege onu incelemek yerine dinlemeye bir iki saniye geç karar vermişti.

"... doğru ya da yanlış fark etmez kısaca. Önce söyleyen savı kapar aksi de diğerine kalır. Bilmem anlatabildim mi?"

'Neyi anlatabildi miydi? Kahretsin!" En klasik tepkiyi vermekti mantıklı olan. Ege de öyle yaptı. "Hımm demek öyle." Demişti ki Murat Baba konuşmaya başladı. Bu ailenin üyeleri cankurtaran gibiydi resmen. "Anlaştığımız gibi Vivi görev senin nasıl yapacaksan yap bugün hallediyorsun."

"Beni tek başına oraya göndereceğine inanmıyorum baba! Çok kötüsün bunu biliyorsun değil mi?" kollarını birbirine kenetlemişti. Murat Babanın gözlerindeyse ışıklar çakmıştı. Bu gayet fark edilir bir şeydi. Önce Ege'ye sonra Ada'ya baktı. Yavaşça kafasını salladıktan sonra konuşmaya başladı:

"Aslında yedek bir ceza bulmuş olabilirim. Ege, bugün işin falan var mı?" deyince Ege hemen atıldı "Tüm günümü Zencefil'e ayırmıştım diyebiliriz." Adamın gülüşü yine tüm yüzüne yayıldı. "Tamam işte, Ada'yla biraz gezersiniz bence. Tabi asıl amaç kargoyu almak olacak yine." Adaya hain bir bakış atıp devam etti. "Ada çok sıkıldı. Gezdirir misin kızımı Ege oğlan?"

Ada babasına kızgınca bakıyordu. Tam bir şey söyleyecekken Ege konuşmaya başladı. "Ben de bunu düşünmüştüm. Bilmediğin yerlere götüremem belki seni ama en azından tek olmazsın?" umut dolu bakışlarıyla Ada'ya döndü. Sözleri onu yumuşatmış gibiydi.

Cevap vermek istemiyor gibiydi. Sadece kafasını onaylar bir şekilde salladı. "Vivi kızdın mı bana tatlım? Tamam, söz bir daha senin adına konuşmak yok." İzci işareti yapıp kızına göz kırptı. Ada önce bağladığı kollarını açmadı ama sonra hınzırca sırıttı.

ZencefilHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin