"Unutturucu güçleri üzerine salabilirim istersen. Geçen gün bir söylenti duydum. Birileri takipteymiş." Ege kafasını salladı sertçe. "Sakın bir şey söyleme, öğrenmek istemiyorum. Aslında kimseyle uğraşmak istemiyorum. İnsanların bencillikleri ikiyüzlülüklerinden yoruldum. Sırf çok güzel diye bir kıza katlanmak da mantıklı değildi zaten. " Deniz çaresiz gözlerle arkadaşına bakıyordu. Zordu elinizde olmayanları değiştirmek istemek.
Ege ise bu söylediklerine kesinlikle inanmıyordu. Bir parça kötü huyu vardı. Ama özünde güzelliğinden çok zekası ve hayatı ti'ye alış şekli etkilemişti Ege'yi. Baş başa kaldıklarında bambaşka bir Sibel oluyordu. O etrafı büyülemek için kullanılan perdeler kalkıyor, şen şakrak bir insan çıkıyordu ardından.
İçten konuşması Ege'ye özeldi. Değil miydi? Bir an koyverdi zihnini. Anılar yığının altında herkesin gideceği gerçeğini idrak etmeye çalıştı. Herkes giderdi. Sibel de gitseydi lakin başkasına gitmeseydi. Gidilir miydi öyle apansız durduk yere? Arsızca ezilir miydi bir kalp birkaç tümceyle. Ezilirdi.
Kaç kere aşık oldun senin olana? Kaç gülüş geçti sensiz, ayrılıktan sonra? Gitmek kolay; bıraktıklarından yana kuşkun yoksa. Gülüşünü düşünme diye emretti zihnine. Anıları kovalamak ister gibi kırpıştırdı gözlerini. Sonra dalıp gitti fark etmeden.
*
Kumsalın üzerine sere serpe serilmişler. Bütün gün bisikletle turladıktan sonra Ege getirmişti buraya onu. Gizli tapınağını kutsamak istercesine güneşin batışını beklemişti önce. Son yudumlarına yetişmişlerdi gün ışığının. Zamanlaması harikaydı. Ege ilk aşkın getirdiği tüm toyluğuyla kıvranıyordu.
Nasıl anlatılırdı aşk? Ne denirdi sevgiliye? 15'inde bir oğlandı ve kimseyi bu kadar sevmemişti. Canını yakarcasına bir sevgiydi bu. Birilerini ona bakarken yakalasa gözleri alevlenir parçalamak isterdi karşıdakini. Sibel usulca dokunur koluna yatıştırırdı ama onu.
Aklı almıyordu bazen de. Bu güzel kızın ne işi vardı kendisiyle? Tapıyordu kıza fakat kimler kimler vardı peşi sıra. Tekrar kızdı bu duruma. Kızıyordu ona da ne gerek vardı bu kadar güzel olmaya? Dudaklarında durgun/dolgun bir kırmızı kafa tutuyordu gözlerindeki yakıcı maviliklere. Saçlarının her telinde gizlenmişti gün ışıkları.
İnsanlar onun karakteriyle ilgilenmemişlerdi hiç. Böyle söylemişti çocuğa. Buymuş Ege'yi özel yapan. Onu görüyormuş, yüzünün ardında kalanları tanımak istiyormuş. Ege de başta görüntüsünden etkilense de kızı tanıdıkça vurulmuştu.
Mesela Sibel'in yanında suskunluğu bitiyordu. Kızın içtenliği -kendisine özel- onun kabuklarından sızıyordu. Sonra yumuşak karnını bulup gıdıklıyordu. Gözüken buzdağlarının ardında kalanların iletişimi yoğun oluyordu.
Kumsala geldiklerinde Sibel şok içindeydi. Orman bozması çalıların arasından geçmişler ve bir başka çamlığın ardına geçmişlerdi. Küçücük bir koyla karşılaşmayı beklemediği belliydi kızın. "Yaa Ege sen ciddi olamazsın. Burası mükemmel."
Kızın hayran bakışları altında; spot ışıklarında parlayan bir rock yıldızı edasında hissediyordu. Başarmıştı. Onu etkilemeyi başarmanın şapşallığıyla bisikletinden düşer gibi inmişti. "Ee beğenmene sevindim." Koyun yitik ve kayıp edası istemsiz insanı ele geçiriyordu.
Bisikletin sepetine taktığı çantayı çıkartıp örtüyü çıkarttı. Kız yanına gelip örtünün bir ucundan düzeltmeye çalışıyordu. Ege gülümserken bir yandan da birilerinin Sibel'in şu haline inanmayacağını düşündü. Sibel gibi bir kız sofra bezi serecekti. Çantanın içindekileri çıkartmaya başlamadan kızı izlemeye devam etti.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zencefil
Teen FictionDüşler ülkesini bulmaktan vazgeçtiğimiz zaman mı ona ulaşırız? Hayallerimiz onları bir dolaba sakladığımızda mı gerçekleşmeye karar verir? Yoksa durmadan onlara ulaşmak için çabalamalı mıyız? Kalıcı mutluluk için rüyalarımızın hepsini gerçekleştirme...