Kardeşinin gülümsemesi yüzünde solarken konuşmaya başladı "Sana da günaydın kıvırcık prens; bir o kadar da çok biliyorsun." Sesi biraz kırgındı. Ama Ege yanaklarını kıstırınca makas elleriyle tekrar kendine geldi. "Annemler dışarı çıktılar. Babam sürpriz mi yapcakmış neymiş. Ne zaman dönerler bilmiyorum."
Son günlerde hayatının akışını kaçırmıştı. Her şeyden bihaberdi bu durumun en doğal sonucu olarak da. Belki biraz arayı kapatması gerekiyordu. Bunu yapmak için çok şahane bir gündü. "Romantik yapıyorlar desene bıdık. İyiymiş babama bak. Pekii sen ne yapıyorsun prensesim? Bugün için planınız nedir?"
Kardeşini bir yerlere götürmeyeli o kadar çok olmuştu ki. Bugünü onla geçireceği için gerçekten seviniyordu. Hayır efendim yalnız kalmamak için böyle yollara başvurmuyordu. Biraz ilgi göstermesi gerekiyordu ailesine. Bilinçli bir yetişkin olarak sorumluluklarının da farkındaydı tabi ki.
Ebru'ya fırsat vermeden konuştu Ege. "Beraber takılalım ister misiniz sevgili bıdığım. Şatomuzda eğleniriz. Ya da lunaparka gideriz? " en cazip teklifini sona saklamıştı. "Buzlar Kraliçesiyle takıl sen bugün. Benim randevum var."
Ege alık alık küçük kardeşinin suratına baktı. Sibel 'e dair soktuğu lafı duymamış gibi yaptı. Demek minik kokoş biriyle buluşacaktı; hem de bu yaşta. "Ne demek randevum var?" abi çıkışmasından çok alınmış abi çıkışmasıydı bu.
Sert erkek olup dünyayı dar etmek gibi prensibi yoktu hayata ve kardeşine karşı. Kadınlarını severdi Ege; hem de taparcasına. Koruma içgüdüsüyle yapılan minik hatalar dışında baskıya da karşıydı. Ondan uzak büyümesindense tepki vermemeye hazırdı.
"Umut'u hatırlıyor musun?" Ege kafasını sallayarak cevap verdi. Ebru'nun okul çıkışlarına giderdi bazen. O zaman görmüştü çocuğu. Şirin bir peltekliği olan, zeki bir çocuktu. Zeki oluşunu Ebru'nun tüm sınav sonuçlarını onunla karşılaştırıyor olmasından çıkartmıştı. Saçları Ege'nin dalgalarının üç beş katıydı minik bir bonustu adeta.
"Şey abi biz onla şey çok iyi anlaşıyoruz." Diyerek kıvırmıştı kız mahcup bir şekilde. Ege gözlerini devirdi. Küçücük kız kardeşinin bile bir sevgilisi olsaydı... "Sen de mi Brütüs?" Ebru espriyi havada kaptı ve gülümsedi.
İki yaşındayken fırına gitmek için tutturan; fırının kapısından girince elindeki bozuklukları birbirine sürterek iki ekmek istediği anlaşılsın diye bekleyen küçüğümdü o. Ekmek sıcaksa dayanamaz otururdu ilk bulduğu taşa. Ekmeğin ucunu koparır yerdi sonra da. Ne olmuştu o ekmek poposu kemiren kıza.
Bir hayli utanmıştı. Evden çıkarken çok fazla kafasını kaldırmamıştı bile. Ege tek başına kahvaltısını yaptı. Bugün de bir terslik var gibiydi. Ya da koşullanmış bir şekilde yine her şeyi ters algılamakla meşguldü. Kahvaltının ardından ortalığı toparladı. Dağınıklığa gelemezdi. Ve Ebru her yeri birbirine katmıştı.
Odasına girdiğinde direk kitaplığına yöneldi. Kafasını dağıtmak için okumaya başladı Bitmeyecek Öykü'yü. Sonuna kadar gelmişti. Michael Ende edebiyat öğretmenlerinin önerisiydi. Ama kitap o kadar tanıdık ki. İnternette biraz araştırınca film ve çizgi diziye uyarlanmış olduğunu gördü.
Çizgi diziyi açtığındaysa şok oldu. Gerçekten sevdiklerinden biriydi. Bir kitap aracılığıyla başka bir evrene geçen bir çocuğun hikayeleri. 'Hiç Bitmeyen Öykü' adını görünce nasıl anlayamadığını düşündü.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zencefil
JugendliteraturDüşler ülkesini bulmaktan vazgeçtiğimiz zaman mı ona ulaşırız? Hayallerimiz onları bir dolaba sakladığımızda mı gerçekleşmeye karar verir? Yoksa durmadan onlara ulaşmak için çabalamalı mıyız? Kalıcı mutluluk için rüyalarımızın hepsini gerçekleştirme...