Bu lanet hastalığa yakalanalı bir dört yıl olmuştu. Artık yavaş yavaş hem bedenimi hem de psikolojimi de eritmesi beni günden güne daha çok çilekeş hale getiriyordu. Artık eskisi gibi olamamanın verdiği hüzün bir yana, diğerleri gibi davranamamanın yaşattığı o berbat duygu da buna dahil olunca dayanılmaz bir hal alıyordu yaşadıklarım.
Hayata her zaman 1-0 geride başlamak zorunda mıydım? Her konuda başkalarından daha başarısız olmak, beceriksiz olmak zorunda mıydım?
Biz küçüklüğümüzden beri hep iyi biten masallarla büyümemiş miydik? Her zaman güllük gülistanlık biten, gerçekleri içine almayan o hayal dünyasının ürünleri olan masallarla... Bize neden kimse kötülüğü öğretmemişti? Neden kimse aslında dünyanın adaletsiz olduğunu, herkese eşit davranmadığını söylememişti? Bize herkes gözünü karartıp da kötü de olsa gerçekleri söylemeliydi.
İşte bu yüzden, benim gibi şanssız yaratıklar her şeyi toz pembe sanıp herkesi de kendi gibi zannetti ve her zaman kaybetti. Ona doğru yaklaşan o iğrenç düşünceleri göremedi ve çukura düştü.
Bir daha da ayılamadı zaten.
İstemsizce üstümdeki yorganı atarak yavaşça doğruldum. Aslında bugüne de uyanabildiğim için şükretmeliydim. Her an tehlikede yaşayan bir bünye için yeni bir güne uyanmak bir nevi mucizeydi. Her saniye ölüm korkusuyla yaşamımı sürdürüyordum. Bu da anlatıldığı kadar kolay olmuyordu tabii ki.
Beynimi yavaşça toparlamaya çalışarak yatağın içinde bir süre oturdum. Güne uyanmak bende herkesin yaptığı kadar kolay ve zahmetsiz olmuyordu. Vücudumdaki ağrılar ara sıra kendini gösteriyordu ve zamansız geliyor olmaları beni bir hayli zorluyordu. Çok şiddetli bir ağrı girdiğinde ise aklıma hemen o korktuğum şey geliyordu.
Ölüm.
Her ne kadar bütün canlılar bunu bir gün tadacak olsa da ben ölümsüz olmak istiyordum ve ölümden korkuyordum. Halbuki ölsem rahat edecektim. Bu ağrıları sürekli yaşamak zorunda kalmayacaktım.
Zaten kimsenin bana ihtiyacı yoktu.
Ben olmasan hiçbir iş aksamaz, kimse kötü olaylarla ve olumsuz düşüncelerle kendini yıpratmazdı. Ben ölsem, sadece ölmüş olurdum. Başka hiçbir şey değişmezdi.
Yataktan yavaşça doğrularak ayaklarımı aşağı sarkıttım ve dengemi koruyarak ayağa kalktım. Peruğum dağılmıştı ve bunu umursamıyordum. Hatta neden bu perukla uyuduğumu bile bilmiyordum. Sanırım saçlarımı özlüyordum. İlerleyerek odamın kapalı olan kapısını yavaşça açıp banyoya gittim. Gözlerimi hala tam olarak açamamanın verdiği sarhoşluk düşüp kendime zarar vermeme sebep olabilirdi. Bu yüzden kendimi korumaya çalışarak daha yavaş ilerliyordum.
''Günaydın abla.''
Banyonun hemen önünde duran ve bana gülümseyen küçük kardeşime kendimi zorlayarak tebessüm ettim.
''Günaydın Derinciğim.'' dedikten sonra vücudum daha fazla kendini taşıyamayarak sarsıldı. Yanımdakini duvara tutunduğumda Derin kolumu altına girmiş, bana endişeli bir şekilde bakıyordu.
''Abla, iyi misin?''
''İyiyim, Derin. Hadi sen odana git.'' dediğimde kollarını yavaşça benden ayırarak arkasını dönüp koşarak odasına gitti. Kendime geldiğimde banyonun kapısını açtım ve içeri girdim. Tokayı peruğumdan çekip alarak bir kenara koydum ve tekrar bağladım. Musluğu açtıktan sonra yüzüme biraz su vurdum.
Birden irkilmiştim. Demek ki hala soğuk su beni kendimden geçiriyordu. En küçük damlasında bile kendimden geçer, boğulacakmış gibi hissederdim. Soğuk suya olan fobim bütün uğraşlarıma ve çabalarıma rağmen değişmemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kalemimde Saklı Çocuk
Teen FictionKanserli, haddinden fazla sivilceli, gözlüklü ve şanssız bir kızın tekiydim ben. Ölsem kimsenin umrunda olmazdı. Zaten sürekli bu tehlikeyle yaşıyordum. Duru bir kanser hastasıdır ve hastalığı dolayısıyla diğer yaşıtları gibi yaşayamıyordur. Yapabi...