Zaman hızlı geçiyordu. Berker ile çıkmaya başlayalı bugün tam 2 hafta olmuştu. Ayrıca temmuzun bitmesine de birkaç gün kalmıştı. Bu iki hafta ara ara Sima'yı görerek, bazen bizim dörtlü grup halinde takılarak bazen sadece Berker'le takılarak ve Berker'in annesiyle tanışmakla geçmişti.
Berker'in annesi bizi onların evine yakın bir cafede görmüştü. Berker de akşamına annesine anlatmış. Evine çağırıp beraber kahve içmeyi tabii ki beklemiyordum. Böylece annesi öğrenmiş oldu. Benimkiler ise, abimler hariç ailenin geri kalanı bilmiyor. Öğrenseler sorun edeceklerini sanmam ama söylemeye gerek duymuyorum şu aralar. Aramız hale şekerrenk.
Babamın iş için Antalya'ya gitmesi gerekiyordu, annem de yalnız bırakmamak için onunla gitmişti. Onlar dün gece yola çıktı. Ve iki gün sonra geleceklerdi. Abilerim de annemlerden bir gün önce İstanbul'a üniversite için gitti. Annemlerle aynı gün geleceklerdi. Bu süre içinde evde tek kalacaktım.
Aslında evde tek kalmak güzeldi, tek sorun korkuydu. Bir ses duydum mu korkudan ölebilirdim.
Karnımdan garip sesler geldiğini duyunca kahvaltı yapmam gerektiğine karar verdim. Telefonumu cebime koyup temkinli bir şekilde mutfağa indim. Telefonumdan son ses müzik açarak kendime bir şeyler hazırlamaya başladım. Bir yandan şarkının ritmine göre dans ediyordum, bir yandan da sandviç hazırlıyordum.
Camdan gelen sesle dondum kaldım. Cama baktığımda Berker'i gördüm. Cidden mi ya? Olamaz! Gerçekten beni dans ederken mi gördü ya? Rezil olmuştum her zaman ki gibi! Bir ay dalga geçerdi şimdi bu.
"Kapıyı diyorum açsan?" dediğinde kafamı sallayıp kapıyı açtım.
"Ne güzel dans ediyordun sen öyle." diyip kahkaha atmaya başlayınca suratımı astım.
"İlla dalga geçeceksin yani."
"Yok canım, ne dalga geçmesi. Bence yarışmalara bile katılmalısın." dedi kahkahalarını bastırmaya çalışırken. Suratımı daha da asıp sandviç hazırlamaya devam ettim.
"Kahvaltı ettin mi?"
"Evet yedim. Sen öğle yemeğini mi yiyeceksin? Biraz erken sanki ama."
"Berker ne öğle yemeği? Kahvaltımı yapmadım daha." dediğimde şaşkınlıkla bana baktı.
"Kahvaltıda sandviç mi yenir kızım?"
"Kızım nedir ya kıro gibisin."
"Sen de her dediğime bir şey buluyorsun. Kızım derim kıro olurum, şaşpşal derim şapşal maymunu çağrıştırır."
"Hem kıroyum ama para bende." dediğinde kahkahalarımı serbest bıraktım.
"Aa yeter ama Aymira, beş dakikadır gülüyorsun. 'gülmekten ölücem' sözünü kanıtlayacaksın şimdi yeter." dediğinde uzun uzun nefes almaya çalıştım. Birkaç dakika içinde sakinleştim.
"Abartma aşkım, beş dakika değil."
"Doğru, beş dakika değil. Bence on dakika olmuştur. Hem aşkım mı dedin sen bana?" dediğinde utanmıştım. Arada sırada diyordum ama o dediğimi vurguladığı zaman utanıyordum.
"Berker! Git otur bir yere. Sandviçleri yapıp geliyorum." dediğinde gülerek kafasını salladı ve salona geçti. İçeriden ses gelince televizyonu açtığını anladım.
"Yanına içecek ister misin? Su, meyve suyu, limonata falan?"
"Olur canım."
Sandviçleri hazırladıktan sonra koyacak bir şey aradım. Tabağa koymak en iyisiydi. Tabaklar yüksek bir raftaydı. Boyum kısaydı ama parmak ucumdayken alabilirdim. Sandalye çekmeye üşenmiştim. Tam tabakları almaya çalışırken rafa biraz fazla asılmış olmalıyım ki raf eğildi ve oradaki tabaklar kaymaya başladı. Eğer geri çıkmasaydım kafam yarılabilirdi. Çünkü raftaki bütün tabaklar büyük bir gürültüyle yere düştü.