ZEKİ

25 4 0
                                    

Lemi beni çağırdığı için akşam eve döndüğümde ona uğramayı planlamıştım. Tabii Fulya'yı evimin önünde beklerken bulunca işler değişmişti. Fulya evimin önünde beni bekliyordu. Fulya. Ben şaşkınlıktan kaşlarımı çatarak yanına gittim. "Fulya'm seni görme zevkini bana yaşatmanın nedenini öğrenebilir miyim?" diye sordum. Oysa bana sinirle "Oğlum bir kere de sululuk yapma be. Al oku bunu." dedi ve bana zarf verdi. Zarfın içindeki notu okudum.

Bizim mahalleye çok yakın bir mahalle daha vardı. Bizim Ramiz çay onlar para sıçıyordu resmen. Hiçbir zaman onları sevememiştik biz. İki mahalle arasında görünmez bir duvar vardı sanki. Onlar zengin züppeyse bizde laubali köylülerdik. Şu Can Erik denen herif de Fulya'nın çocukluk arkadaşıydı. Daha doğrusu Can küçükken Fulya'yı görebilmek için bizim mahalleye gelirdi. Ama pısırık bir tipti, Fulya ile bir türlü konuşamamıştı. Şimdi de bizim mahalleyi açık açık tehdit etmişti. Ama buradan gidecek halimiz yoktu. Gitmememizin nedeni 'Mahallemizi kimselere vermeyiz' tarzı onurlu bir direniş değildi daha çok herkesin üşenecek olmasıydı.

"Ne yapacağız lan?" diye sordu Fulya.

"Onlar da insan sonuçta, bize hiçbir şey yapamazlar."

"Oğlum biz kahvaltıda bayat simit onlar havyar yiyor."

"Havyar ne ki? Bir çeşit hıyar değil mi?"

"Konu o değil, konu mahallemizi alan şu pe-"

"Peynirler."

"Ne peyniri? Ne diyorsun yine?"

"Az önce kendi çapımda bir sansürleme yaptım. Neyse devam edelim, bize bir plan lazım."

Fulya ile çok saçma, tam da Hulusi Mahallesi'ne yakışır bir plan yapmıştık. En sonunda Fulya'yı yanağından öpmeye çalışınca bana tokadı basıp arka arkaya bir sürü hakaret sıraladıktan sonra gitmişti. Bende ölmeden önce yapılacaklar listemi çıkarıp bir madde seçmiştim. Almanca öğren. Bu listeyi çocukken hazırlamıştım. O zamanlar mahalledeki diğer çocuklar gibi ben de bizim mahallenin köpeği Ket'i çok severdim. Mahalleli köpeğe İngilizce isim verelim havamız olsun diye köpek kelimesinin İngilizcesini öğrenmişti. Daha doğrusu resimli sözlüğe bakıp kedi resmini köpek sanıp bizim sokak köpeğine Ket demeye başlamışlardı. Selin gelene kadar bunun farkına varamamıştık, tabii o isim ona bir kere yapışmıştı artık. İşte Ket'de Alman Çoban köpeğiydi. Ben de çocuk aklıyla eğer Almanca öğrenirsem Ket ile konuşabilirim diye düşünmüştüm.

Yaklaşık üç saattir Alanya ile Almanca çalışıyorduk ve ben hiçbir şey anlamadığım halde sürekli kafamı sallıyordum. Alya benden yaklaşık 10 yaş küçüktü. Lemi'nin kızkardeşiydi. Kız oyunculukla ilgili bir kamp için bir yıllığına Almanya'ya gitmişti. Çok yetenekli olduğundan burs kazanmıştı. Mahalleli ona Alanya diyordu. Almanya'ya gidince 'Alanya Almanya'da' olmuştu. Küçüklüğünden beri sürekli kılık değiştirip insanları kandırırdı. Kız kendinden üç dört yaş büyük olan Kaan'ı nedense çok ilginç buluyordu. Kişilik bozukluğu kime çekici gelir ki? Gerçi Fulya'da tipik Türk kızı sayılmazdı.

"Kaç saattir çalışıyoruz, yetmez mi?" diye sordum Alanya'ya. "Daha 15 dakika oldu." Bu it gerçekti, çok çabuk sıkılan bir insandım. Birkaç kelime öğrenmiştim yani az da olsa Almanca biliyordum. Bu düşünceyle Alanya'nın yanından ayrılıp listemde bir maddenin daha üstünü çizdim. Buna hile diyebilirsiniz ben kısa yol demeyi tercih ediyorum. Daha önce de 'dünyanın etrafında dolaş' maddesi için Dünya diye bir kadının etrafında dolandığım, 'bütün gece uyuma' maddesi yerine saati ileri aldığım ve  benzerleri olmuştu.

Evime doğru ilerlerken yanıma Hamdi geldi. "Zeki, oğlum yan mahalleden geliyorlar." Fulya ile sabah mahalleliye notu duyurmuştuk. Daha doğrusu notu bağıra bağıra okumuştuk. Samet de Ramazan zamanı çaldığı davuluyla bize eşlik edip dikkat çekmemizi sağlamıştı. Samet'in işte böyle döneme ve mevsime göre işleri çeşitlilik gösteriyordu. Hemen Fulya'yı buldum. Bana "Ayrılalım ve herkesi saklayalım, böylece iş daha hızlı biter."

Fulya ile başladık herkesi evlerine saklamaya. Panjurları çektik, mahalleyi ıssız göstermeye çalıştık. Ve bütün bunları hemen hallettik çünkü bizim mahallede öğlen saati tembellik yapıp, uyumak için en iyi vakitti. Can Erik geldiğinde Fulya ile onu karşıladık. "Mahallece komple taşındık, Fulya ile seninle buluşmak için geldik. Kendisi benim sağ kolum olur, değil mi hayatım?" Can Erik sinirle bana bakarken Fulya dirseğini karnıma geçirdi. "Sağ dirseğim desem daha doğru olur." dedim vücudumdaki hava boşalırken. "Açıkçası notumu ciddiye alacağını düşünmemiştim, Zeki. Bu arada Fulyacığım sana bir hediyem ve bir teklifim var. Bizim mahalleye hiç ücret ödemeden taşınabilirsin, her türlü maddi ihtiyacını bizzat ben temin edeceğim." Efendim? Ne diyorsun lan sen?! Can'a kendimi tutamayarak "Shaize" diye tısladım. Almanca öğrendiğim beş kelimenin arasından bir tek bok aklımda kalmıştı. Ben Fulya'nın cevap vermesini beklerken Can beni takmamıştı. Can siyah bir takım giyip lacivert bir kravat takmıştı. Benim aksime Can sarışındı.

Fulya "Tabii ki senle gelirim ama ancak cehennemin dibe. Lan ne yapayım ben seni çürük erik. Tip desen... Diyemezsin çünkü yok. Zeka... Zeki bile senden daha zeki. Kibirden tut züppeliğe maşallah hepsi var sende. Burnun o kadar havada ki Nurcan Teyze ile yarışırsın. Ayşe'ye sarksan ona acırım valla o derece. Anladık paraya para demiyorsun ama bizde demiyoruz, görsek diyeceğiz de yok ki. Ha sende varsa ne olmuş ki? Ne kadar paran olursa olsun benim gibi satın alamayacağın insanlar var." diye cevabı yapıştırınca Can da bende şaşkınlıktan küçük dilimizi yuttuk. Ona sarılmamak için kendimi zor tuttum. Mahallemizde böyle bir teklifi bu şekilde (isteyerek) reddedebilecek tek kişi Fulyaydı. Can öyle bozulmuştu ki kelimenin tam anlamıyla mor eriğe dönmüştü.

Tam gitmek için arkasını dönecekken. Bahri Abi geldi. Ne zaman yanına gitsek, bir şey istesek uyuyan, bir kova suyla ancak ayılan adam tam da zamanında gelmişti. Can bize dönüp "Mahalleden taşınmıştınız hani?" Biz Fulya ile bir yalan üretmeye çalışırken elindeki bira şişesiyle Bahri Abi konuştu. "Ne taşınması? Kim nereye taşınıyor ülen? Acıktım." Can sinirle kaşlarını çattı. "Yani mahalleli hala burada mı?" Bahri Abi bize fırsat vermeden cevapladı. "Tabii burada, başka nerede olacak?" Can bize döndü. "Bu adamın kafası güzel, sen bakma ona." diye olayı toparlamaya çalıştım. Fakat sonra annem Ülkü balkondan "Oğlum gittiler mi, çıkalım mı?" diye bağırınca her şey ortaya çıktı.

Can Erik 'yine karşılaşacağız' diye çekip gitmişti. Mahalleler yan yana olmasa 'yine karşılaşacağız' bir tehdit olabilirdi. Can'ın ardından herkes işinin başına döndü. Bende kapıda kalan Timur Abi'nin yanına gittim. Adamda hafıza kaybı olduğu için her gün boynunda anahtarla yatıyormuş ama sonra anahtar boynuna batmış ve doktora gitmiş. Doktor da o vesileyle Timur Abi'de tiroit kanseri olduğunu fark etmiş. Timur Abi'nin kulaklarında da sorun var 'tiroit'i 'Timur it' olarak anlayıp doktoru şırıngayla kovalamış. Millet anahtarlık koleksiyonu yapar Timur Abi hastalık koleksiyonu yapıyor yeminlen. O yüzden kendine özel 'bir kuruş' gibi buluşları var.

Adamın kapısını görünce bir adım geriledim. Kapı kilidini asma kilitlerlerle destekleyip kilitten duvar örmüş. Adamın gününün yarısı kapı açmakla geçiyordur. Timur Abi'nin bu kadar anahtarı boynuna astığını düşününce başka yerlerine de batmadığı için şanslıymış. "Abi evinde ne saklıyorsun da bu kadar kilit taktın? Senin bir kuruşlardan başka hazinen mi var?" Timur Abi biraz düşündükten sonra "Bende bilmiyorum, unuttum" dedi ve önüme bir yığın anahtar attı. "Üşenmedim saydım, burada 53 kilit ve 52 anahtar var." Bir anahtarı kaybetmişti. İlk defa Samet'in yerinde olmayı diledim. Çöpçülük şu an Gözüme daha cazip geliyordu.

En sonunda bütün anahtarları deniye tüm kilitleri açmıştık anahtarını kaybettiği kilidi de kendi özel yeteneklerimle açtım. Aslında sabrım taştı ve asma kilidi direk kırdım ama sonuçta adamda 53 kilit vardı biri gitse bir şey olmazdı. Zaten bu kapıyı gören hırsızın hırsızlıktan soğuyacağını bildiğimden soyulacağını düşünmüyordum. Zaten öyle bir vaka yaşanmıştı, mahalleye gelen hırsız Timur Abi'nin evine gittiğinde kendi kendini ihbar etmişti.

HULUSİ MAHALLESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin