ALANYA

39 4 0
                                    

Sayın Alya Dalkıran,
Almanya'da kaldığınız süreç içinde oradaki yerel polisle yaşadığınız bir takım sıkıntı yüzünden bursunuz iptal edilmiştir. 1 yıllık masrafınız için geri ödeme talep edilmektedir. Miktar zarfın içinde yazmaktadır.

Saygılarla,
Almanya Konsolosluğu

İşte şimdi sıçmıştım. Zarfı masaya fırlattım. 180.000 Lira. Bu kadar parayı nasıl bulacaktım? İmkansız. Ben karnemde bile bu kadar sıfırı yan yana görmemiştim. Tek becerebildiğim şey rol yapmaktı. Almanya'da yolda yürürken birkaç oğlan bana bulaşmaya kalkmıştı. Ben de Türk usulü ağız burun girişmiştim.

'Merhaba kız, azıcık takılalım mı?' Üç Alman genç bana iyice yaklaştılar. 'Evet, çok eğleniriz.' Sapıklara bak. Umursamadan yürümeye devam ettim. 'Hey! Sana diyoruz.' Bana biraz daha yaklaştıklarında elimdeki çantayı alıp kafalarına geçirdim. Rastgele tekmeler atıyordum. Fulya bana küçükken birkaç hareket öğretmişti. Bir tanesi hızlıca doğrulunca yakasından tutup 'Bak oğlum buna Osmanlı Tokadı denir.' diye suratına bir tane yapıştırdım. Bizi görenler polisi aradı.

Yani Türkiye'de genelde öyle şeyler söyleyenlerin niyeti bozuk oluyordu meğer bunlar sadece arkadaş olmak istiyorlarmış. Almanya'da birisini haklı sebeplerden de olsa dövmek pek hoş karşılanmıyormuş. Bir de şimdi Türkler 'Allah ne verdiyse' diye daldığından bende elimin ayarını biraz kaçırmıştım. Polislerin yanında masum kız rolü yapıp yırtmış hatta oğlanların ceza almasını sağlamıştım.

Maalesef konsolosluk olayı öğrenmişti ve benim bir şekilde o parayı bulmam gerekiyordu. Yoksa bu sefer polisin elinden o kadar kolay kurtulamazdım. İçeri Lemi girdi. Hemen suratıma sahte bir sırıtış yerleştirdim. "Abi, ben çalışmak istiyorum." Oyuncu olmayı hedefliyordum ve zaten birkaç dizi ve reklam için görüşmelere gitmiştim. Bana daha hızlı bir şekilde para kazanabileceğim bir iş lazımdı. "Sinan'ın inşaatında işçi eksiği varmış, Fulya ile çalışabilirsin." Hızla cevapladım. "Yok. Bu mahalleye bir Fulya yeter de artar." Lemi biraz düşündükten sonra heyecanla "Ayşe'nin kuaföründe çalışabilirsin! Lütfen..." dedi. Gözlerimi devirdim. "Abi, hala mı şu kız. İnşaatçı olmayız dedik hemen kuaför yaptın. Başka bir iş yok mu?" Heyecanı bir anda söndü. "Varsa de ben bilmiyorum." dedikten sonra odasına çıktı.

Lemi ve Kaan, marangoz Fehmi Usta'nın atölyesinde çalışıyorlardı. Siparişlerin teslimi, alımı ve hesabı gibi işleri yapıyorlardı. Müşterilerle görüşmek ve diğer bütün ayak işleri onlara aitti. Fehmi Abi ise herkes uyuduğunda atölyeye geçip başlıyordu yontmaya, kesmeye, zımparalamaya. Gecelerini talaşların arasında yalnız başına, gündüzlerini ise yatağında uyuyarak geçiriyordu. Sabaha bütün mobilyalar hazır oluyordu. Fehmi Abi çok yetenekliydi tahta onun elinde adeta bir sanat eserine dönüşürdü. Fakat uyku sorunu yüzünden çok yalnızdı.

Bende başa gelen çekilir diyerekten inşaat alanına gittim. Sinan beni işe alıp hemen başlamamı söyledi. Beni Fulya'nın yanına gönderdi. Yanına daha doğrusu yanlarına gittiğimde çok ilginç bir manzarayla karşılaştım. Zeki ve Fulya el ele. El ele dediysem de ellerinin birleştiği yerde gri bir şey vardı. Sadece ellerinde değil Fulya'nın tek ayağında ve Zeki'nin diğer dirseği başta olmak üzere diğer taraflarında da gri şeyler vardı. Bana neler olduğunu anlattılar.

Sabahın erken saatlerinde Fulya inşaatın 2. Katında çalışıyormuş. Çimento harcı yapıyormuş. Bana anlattığına göre çimento harcı beyaz çimento, çakıl ve suyun karışımından oluşuyormuş. O sırada Zeki gelmiş bunlar kavga ederken Zeki'nin ayağı kaymış Fulya'da Zeki'yi tutayım derken harçla birlikte aşağı düşmüşler. Fulya ne kadar nefret etse de asla Zeki'nin öylece düşmesine izin verecek bir tip değildi. Ayıldıklarında harcın bir kısmı üzerlerine dökülüp donmuş. Bunlar da tam çimentoyu çözmeye gidecekken ben gelmişim.

"Nasıl çimentoyu açmayı planlıyorsunuz?" diye sordum gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırırken. Fulya "Çekiç" Zeki "Su" diye cevap verdi ve aynı anda birbirlerine 'ne diyon lan sen' bakışı attılar. Zeki "Çekiç mi?! Elimizi de çimentoyla birlikte kırmak mı istiyorsun?" diye sordu. "Çimento suya dayanıklıdır. Çekiçle kırıyoruz." O an aklıma bir fikir geldi. "Bence siz doktora gidin. Elinizi kırabilirsiniz." İkisi de fikrimi kabul etti. Beraber inşaat alanından ayrıldık. Fulya topallıyordu.

Mahalleden geçerken Zeki'nin babası Sadık Amca "Kızı alamayınca elini mi yapıştırdın? Zincir falan kullansaydın niye uğraştın?" diye dalga geçti. Ülkü Teyze oğlunu fazla koruduğundan eşine inat yapıyordu bunu. Hamdi "Zamane gençleri çok ilginç valla." dedi.

"O çimento mu la?"

"İnşaatçı kız ya ilginç tavlama yöntemleri var."

"Su faturası çok gelmesin diye çimentoyla mı duş aldınız?"

Ve bunun gibi birçok yorumun ardından mahalleden çıktık ve en yakındaki sağlık ocağına gittik. Bizi bir doktora yönlendirdiler. Doktor Zeki ve Fulya'yı görünce gülerek "Alçı bulamayıp kırılan yerlerinize çimento falan mı döktünüz?" diye sordu. Yanlışlıkla olduğunu söylediklerinde de "Yanlışlıkla üzerinize çimento döküp kuruması için hareket etmeden beklediniz?" diye sordu. En sonunda olayı anlattılar. "Bence siz sağlık ocağında hiç vakit kaybetmeyin direkt akıl hastanesine gidin." Sonra da bana dönüp "Kızım bence sen çok geç olmadan kurtar kendini." dedi. Uzun bir uğraşın ardından doktor neşter ve yangın kutusunun yanındaki çekiç ile bütün çimento parçalarını çıkardı. Meğer çimento temas ettiği yerdeki suyu emiyormuş, elleri ve çimentodan kurtulan diğer yerleri bembeyaz kesilmişti.

Mahalleye geri döndüğümüzde inşaatçı olmanın pek de benlik olmadığına karar verdim. Hep beraber inşaat alanına döndük ve karşımızda Ayşe'yi bulduk. "Zeki, biraz düşündüm ve seninle sevgili olmaya karar verdim." Zeki, Ayşe'ye cevap verdi. "Benim senin verdiğin kararın aksini vermek için düşünmeme bile gerek yok, merak etme." dedi. "Ama ölmeden önce yapılacaklar listende varım." Hepimiz şaşırmıştık. "Hayır sen yoksun Fulya var." dedi ve cebinden listesini çıkardı. Ayşe de nüfus cüzdanını gözümüzün önünde salladı.

SOYADI: POLAT

ADI: AYŞE FULYA

Ne?! Ayşe gidip kendine göbek ismi koymuştu. Sonra Fulya'ya nüfus cüzdanını çıkartmasını söyledi. Fulya kırış kırış kağıdı çıkardı.

SOYADI: YALÇIN

ADI: FOLYO

Ve Fulya "Nüfus müdürlüğü o gün kalabalıkmış oradaki adam da yoğunluk nedeniyle bayat bir espri anlayışı olan oğlunu yardıma çağırmış." diye açıkladı. Ayşe "Listende 'Fulya' yazıyor. Artık ilişkimiz için bir engel kalmadığına göre düğünü planlamaya başlayabiliriz." Çüş. Deve. Fulya'nın da ağzı açık kalmıştı. Hepimiz Zeki'nin cevabını bekliyorduk. Cebinden bir kalem çıkardı ve listesindeki 'Fulya' yazısını 'Folyo'ya çevirdi. "Artık ilişkimiz için bir engel olduğuna göre basıp gidebilirsin." Ayşe sinirle "Can bana işe yarayacağını söylemişti." dedi ve hızla uzaklaştı. Can mı? Üçümüz de son dediğinden bir şey anlamamıştık. Ama yine de olanlar çok şaşırtıcıydı. Zeki Fulya'yı cidden seviyor muydu? Herkes onun sadece listesinde yazdığı için Fulya'nın Peşinde dolandığını düşünüyordu. Yarın da kuaför olmayı denerim artık.

HULUSİ MAHALLESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin