FULYA

43 4 0
                                    

İnşaatçı yeleğimin cebinden öten telefonumu çıkardım. Telefonu Zeki'ye fırlattığım için ortadan ikiye ayrılmıştı. Ne kadar kalın kafalı siz düşünün artık... Bende telefonu Japon yapıştırıcısıyla yapıştırmaya kara verip Bağri Market'e yapıştırıcı almaya gitmiştim. Bahri Abi de bana "Japon mapon yok bende ben sadece yerli malı ürünler satarım. Ne yapıştıracan ki? Tükürük de işe yarıyo bak." deyince ayık olduğu halde kafasına kovayı boşaltmıştım. En sonunda da çareyi selobantta bulmuştum. Kim arıyor diye bakmama gerek yoktu -zaten telefonumda öyle bir özellik olmadığından bakamazdım da- arayanın Zeki olduğunu biliyordum. Telefonu açıp küfrettikten sonra kapattım. Telefon iki dakika geçmeden tekrar ötmeye başladı. "Yetmedi mi az önce söylediklerim? Doymadın mı küfre." dedim. Telefonun öbür ucundan Zeki'nin o tanıdık sesini işittim. "Fulya'm lütfen bi' dinle. Bana ettiğin küfürlerden artık RTÜK telefon görüşmelerimizi sansürleyecek. Neyse konu bu değil. Mahalle toplantısı var da ona çağırmak için aradım seni." Yine mi mahalle toplantısı?! Oflayarak cevapladım "Tamam geliriz, ne zaman?" Zeki konuşmaya başladı "Öğlen 1'de her zamanki gibi kahvehanede. O zaman görüşürüz." Cevap vermeden telefonu suratına kapadım. Daha doğrusu telefondan kıvılcımlar çıkmaya başladı ve ardından kendi kendine kapandı.

Maalesef Zeki'nin çocukken yazdığı 'Ölmeden Önce Yapılacaklar Listesi'nde "Fulya ile sevgili ol" diye bir madde var. Zeki kahverengi saçlı, kahverengi gözlü bir tiptir. Adının tam aksidir. Tabii ben onun bana karşı bu derece saplantılı olmasını hala çözemedim. Bizim mahallenin oğlanları genellikle Ayşe'ye tutulur. Ama ben? Ben daha çok tavla atıp, iskambil oynamak isteyeceğiniz türden biriyim. Temizlikten anlamam, yemek yapmayı bırakın ekmek arası köfteye beslenirim, makyajı bırakın yüzümdeki toz toprağı ancak yıkarım, giyim tarzı deseniz inşaatçı tulumu ve baret derim, görgü kurallarını da bilmem, nezaketle kibarlıkla işim olmaz adama ağzının payını veririm. Yani anlayacağınız ben ideal gelin adayı değilim. Ayşe ise benim tam tersim. Mahallemizdeki teyzelerin gözdesi, altın kız. Altın falan dedik ama kızda fena bir hırs var. Mahalledeki bütün erkekler ona hayran ama hırs bundaki de illa Zeki'yi istiyor. Zeki de beni... Ayşe de birgün geldi yanıma, başladı sövmeye. Umursamayım dedim saç baş girmeye kalktı. İşte o zaman da bende zincirler koptu. Kıza ağız burun girdim, elimden zor kurtardılar. O günden beri benden nefret ediyor, bende ona bayılmıyorum tabii.

Mavi gözlü, kahverengi saçlı bir kızım ben oysa mavi gözlü sarışın. Bizim mahallede Ayşe yabancıya benziyor diye dışlarlar sanıyordum, tam tersi oldu. Ayşe'yi düşünmeyi bırakıp tuğlalarla dolu el arabasını çekmeye başladım. İnşaatın sahibi Azize Teyze'nin oğullarından Sinan'dı. Sinan büyük bir iş adamı olup mahalleden taşınmıştı ama arada sırada buraya uğruyordu. Sinan mahallenin gururu olmuş resimleri kahvehanenin duvarlarına asılmıştı, Samet ise aksine mahallenin sorunu olmuş kar kürüyücüsü olmuştu. Kışın kar kürüyor, yazın araba yıkıyordu. Sinan da bu inşaatı başlatırken bu binanın fabrika olmasına karar vermiş sonra ne fabrikası olsun diye düşünmüş ve düşünmekten nefret ettiği için binayı pazar yapmakta kara kılmıştı. Ama o binanın tam yanında Çarşamba Pazarı olduğundan bu fikirden de vazgeçmişti. 10 küsür kez karar değiştirdikten sonra mahallede hiç ofis olmadığını düşünmüştü, bizde şimdi ofisi inşa ediyorduk. Mahallede ofiste çalışacak tek kişi Selin'di ama bunu Sinan'a söylememiştim, tekrar fikir değiştirmesin diye.

Selin benim yaşlarımda, yalnız bir kadındı. Üniversite okuyup, Master yapmış ama sorun ilkelerine bağlı birisi olmasıymış. Kendi doğrularıyla hareket edermiş. Bu piyasalar böyle işte yükselmek için pislik olman gerekiyor. Selin Hanım da cebinde kalan az bir miktarla buraya yerleşmek zorunda kaldı. Son derece modern ve kültürlü bir kadın olduğundan mahalleliyle pek kaynaşamadı. O bizden uzak dursa da biz onu hep bilgisinden dolayı el üstünde tutuyorduk. Bize göre fazla mesafeli ve soğuktu hatta ona 'hanım' ekiyle seslenilmesini istiyordu, ama iyi birisiydi. Bize sayısız kez yardım etmişti. Başta uyum sağlamakta epey zorlanmıştı ve ben ona yardım etmiştim daha doğrusu Ayşe'den korumuştum onu. Gelen her yeni kız Ayşe için bir tehditti. Böylelikle de iyi arkadaş olmuştuk.

Saat 1 olduğunda kahvehaneye doğru gitmek üzere yola çıktım. Kahvehanenin sahibi Ramiz'di. Ramiz son derece aksi ve huysuz bir adamdı. Çay içtiğinde sinirleri yatışıyormuş. O yüzden Ramiz gece gündüz çay içer. Bazen acaba çay mı sıçıyor diye merak ediyorum. Kahvehanenin içi dolmuştu. Bende bir sandalyeye oturdum ve Zeki konuşmaya başladı. "Çok değerli Hulusi Mahallesi sakinleri, bugün sizi burada toplama nedenim mahallemize yeni bir uygulama getirmeye karar vermem. Açık konuşmak gerekirse bunaldım valla. Kimin bir şikayeti varsa gelip bana söylüyor. Kardeşim gömleğinin yakasının ütüsü düzgün değilse ben ne yapayım?!" Arklardan birisi "Ütü" diye cevap verdi. Zeki ise kafasını ben bunlarla ne yapacağım manasında salladıktan sonra devam etti. "Bende bunu önlemek adına Şikayet Kutusu'nu getirdim." Elindeki üzeri delinmiş ayakkabı kutusunu bize gösterdi. Yine başka birisi "Bir yanlışın var o ayakkabı kutusu." dedi. Zeki bu sefer derin bir nefes almakla yetindi. "Şikayetlerinizi bana söylemek yerine bir kağıda yazıp bu kutuya atacaksınız. Bir hafta sonra da bu kutuyu açıp hepinizin gözleri önünde okuyacağım. Ve ona göre şikayetlerinizi değerlendirip bir çözüm bulmaya çalışacağım."

O sırada Ramiz elindeki yarısı dolu çay bardağıyla Zeki'nin yanına gidip "Ne uğraşıyorsun ki? Ben bunlar yüzünden kendimi çaya verdim. Dişlerim siyah oldu yeminlen." dedi. Çay bardağını kafasında kırıp "Ben bi' çay alıcam siz devam edin." diye ekledi ve gitti. "Bittiyse toplantı ben gidiyorum." dedim Zeki'ye. Oysa bana "Uzatırım toplantıyı, sen iste yeter." deyip göz kırptı. "Yılışık herif bir kere de sarkma be." Ülkü Teyze bu lafıma sinirlenerek "Oğlumla nasıl konuşuyorsun terbiyesiz." dedi. Zeki'nin falcı annesiydi. Falcı olmasının tek nedeni çay partilerine davet edilebilmekti. "Kızı canından bezdirdi ama." diye beni savundu Sadık Amca. Sadık Amca'da Zeki'nin babasıydı. Sadık Amca da en az Ülkü Teyze kadar inatçı olduğundan sürekli kavga ederlerdi. Boşanmak adetleri olmadığından evi bantla ortadan ikiye bölmüşlerdi.

Kavga büyüdü ve uzadı ta ki Concon lafa karışana kadar. Concon yani Jonathan Amerika'dan Türkiye'ye gelmiş, bizim mahalleye taşınmıştı. Samet'in önderliğinde mahalleli Türkçe diye bildikleri bütün küfürleri Concon'a öğretmişlerdi. Adam merhaba dediğini sanarak sidikli bok kümesi diyordu. Samet yaratıcılığını küfür ederken kullandığı gibi hiçbir yerde kullanmıyordu. Ama cidden sidikli bok kümesi ne arkadaş? Samet'in en çok kullandığı laflardan birisi kıç kenarı olduğundan şaşırmamak gerekirdi aslında. Yine Concon kavganın ortasında Samet'in ne kadar terbiyeli birisi olduğunu herkese göstermişti. Ardından da Ramiz gelip hepimiz kovmuş giderken de üzerimize çay döküp, çayını ziyan ettiğimizi söyleyerek sinirle biraz daha dökmüştü.

Toplantı bitiminde evime yöneldim. Kapıyı açmamla karşımda Zeki'yi bulmam bir oldu. Ve refleks olarak suratına yumruğumu geçirdim. Acıyla yere düşüp "Ahhhhhhh, şiddet çözüm değildir Fulya..." diye sızlanmaya başladı. "Ödüm bokuma karıştı, ne yapıyorsun burada lan?!" Yerden hızla kalktı. Ona burada ne yaptığını sormuştum, nasıl girdiğini değil. Çünkü cevabı biliyordum. O bir çilingirdi. "Geçerken uğrayım dedim, artık gidebilirim." diyerek hızla sıvıştı. Arkasından "Gerizekalı eve yeni geldim, kime uğruyorsun?!" diye seslendim. Gerizekalı pek kullandığım bir hakaret değildir. Çünkü gerizekalı genelde ona hakaret edince 'sana çekmişim' diye yanıtlayan ilkokul bebesi lafıdır. Ama Zeki'ye -muhtemelen adından dolayı- cuk oturuyordu.

HULUSİ MAHALLESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin