10. Bölüm

802 31 7
                                    

Gözlerimi araladığımda tepemde açık ağızlı bir Hamza görmeyi beklemiyordum. Daha yolumuz bitmemişti galiba..

Gözlerimi ovuşturdum ve gerçeğe dönüşle anında gözlerimi pörtlettim.

''Höst!'' diye bağrıp kalkmaya çalışınca Hamza da korkup geriye yaslanmış kafasını kaldırdı. Ve bum! Hamza bana çene attı! Belki de ben ona kafa attım? Umrumda değil kemikli çenesi anlımı sızlatıyor şuan sonuçta değil mi?!

Ne kadar Hamza filan iyi birine benzlese de 2 gündür tanıdığım heriflerle çakma bir evlilikle, çakma bir 'Balayı' için yola çıkmışken rahat rahat uyuyamazdım yani. Belki uyumuş olabilirim ama yorgundum canım! Hem o silah olayını da unutmamıştım. Devamlı herşeyi anlatıcam diyerek kaçan bu adamda bi işler seziyordum ve sonradan 'biliydim böyle olcahnı' demekten korkuyordum. Tamam kabul iğrenç bir espiriydi ve tamam yine kabul modası geçmişti ama napıyım?! Balım ağzıma takmıştı işte!

''Neyi biliyin yenge?'' dedi gülerek Hamza. Hadi be! Sesli mi demiştim. Kahretsin!

''Şey.. Böyle sızıp kalıcağımı halbuki..ben..şey!Fotoğraf çekicektim!'' dedim aklıma gelen zekice şeyle. Birden böyle alttan alttan bahane gelince bayılıyorum aklıma ya! Tamam ego yaptım biliyorum susuyorum. Aslında konuşmuyorum düşünüyorum ama sonuçta sizde okuyorsunuz değil mi..

''Biliyordum! O videodaki espiriyi hala benden başka birinin yaptığını!'' dedi sevinçle. Yaktın beni Balım ya !

''Şey arkadaşım saolsun'' dedim zoraki tebessüm edip.

Aslında içimden sövmekle meşguldüm ve bu yüzden de galiba altıma ettim gülüşüyle etrafta dolanıyodum demiyor da..

Yanaklarımı şişirdim iç sesime. Bu benim yürü git ikile! diyişimdi. Biliyorum iç sesimle gizli kovma şeklim garip ama hadi ama! Çoğu kitapta iç sesi dövüyorlar bile ben işaret vermişim çok mu..

Arabada gıcık bir sessizlik vardı. Herkes 'yaşasın huzur' diye sevinse bile ben sevmiyordum. Tamam çok konuşkan birisi gibi görünmeyebilirim ama çevremde Balım'dan başka konuştuğum bir arkadaşım olmadığımdan düşük çenemi tek o biliyor diyebilirim. Yoksa ben o ben soğuk ve kimseyle konuşmayan o donuk kız değilim! Odada yanlızken ses olsun diye tv veya müzik açtığım bile oluyor sonra müzikle götü başı dağıtıyorum tabiri caizse ve biri tarafından basılıyorum ama konumuz bu değil. Ve evet ben o zengin züppe kız değilim. Zenginlerde insan sonuçta. Götü başı dağıtmakta ne var ki canım? Gerçi kendimi hiç zengin sosyetik filan görmüyorum ama.. Ay konu nerden nereye geldi. Kendi düşüncelerimle çene çalıp durdum. Uyku bana yaramadı galiba.

Arabadaki sinir bozucu sesszliğe geri dönersek tek sıkılan ben olmamalıyım ki Hamza düğünlerdeki teyzelere döndü.

''Ay öndeki iki herifte buzdolabı gibi kızın da içi şişmiştir eminim. Oturmaya mı geldik be!'' dedi elini yelpaze yapıp. Haline gülemeden edemedim.

''Kes Hamza boş konuşuyorsun.'' diyen Enis'i bi tarafına bile milim takmayan Hamza duymamış gibi şebekliklerine devam etti.

''Ay bari müzik filan açın.'' diye öne atıldı. Gökay yandan mavi yeşil karışımı diye tahmin ettiğim gözleriyle öldürücü bakışını atıp öne atılan kafasını geriye ittirip kendi radyoya bastı.

''Allah Belanı Versin, Allah Seni Kahretsin.''

Şuanki halimize mi yoksa çıkan şarkıya mı gülsem bilemedim. Hamza dehşetle Gökaya bakarken. Ben artık gülmemek için ıkınıyordum. Nadiren konulara karışan Enis bile gülüp konuştu yahu!

''Hamza bak al sana müzik. Tam sana ithafen.'' dedi. Hamza mahçup olmuş gibi elini halk dilinde 'böğrüne' koyup ağzı açık gözlerini kırpıştırdı. Enis'in onu demesiyle bende ipler koptu.

''Hadi bu iki buzdolabından beklerdim de.. Yenge sen de mi?! Evliliğiniz sahte değil mi sizin?! Niye Gökay'a benzledin 1 günde.'' dedi dehşete düşmüş gibi.

''Abartma Hamza kız alt tarafı güldü.'' dedi relax modda Enis.

''Bana gelen sana gelsin'' şarkının hala açık olduğunu unutan biz yine kıkırdamaya başladık. Sinirle uzun kolunu uzatıp kapattı Hamza.

Bir iki dakika sonra Enis arabayı bir kaç restorantın olduğu yerde durdurdu ve inmemizi söyledi. Biraz sonra biz restorantı doğru ilerlerken arabayı park edip o da bize yetişti. Yan yana 3 tane mekan vardı. Biri ufak bir cafe, biri birkaç ailenin oturduğu restorant ve bir de küçük şirin bir pansiyon. Aklıma takılan soruysa bu pansiyona da uğrıcakmıydık?

Şirin restoranta doğru ilerledik. Çiçeklerin olduğu cam kenarına geçip oturduk. Biraz sonra garson menülerle geldi. Yaşasın özgürlük! Yaşasın biftek! Annem tam bir salata hayranı olduğundan biz de koyun gibi yemek zorunda kalıyorduk ama bugün annem burda yoktu! Tam ağzımı açıp biftek istediğimi söylicektim ki Gökay hepimizin siparişlerini ezbere bilirmiş gibi sıralardı.

''Şu hanımefendiye büyük bir salata tabağı içinde bol limon olsun, Yanımdaki beyfendiye 4 peynirli bir makarna, bana şu ince hamurlu pizza ve çaprazımdaki beyfendiye de 4.sayfadaki herşey'' dedi normalmiş gibi. Doğrusu ağzım açık bakakalmıştım. Hem bana salata diyip annemin hep istediği gibi bol limon demişti hem de dur Hamza için de 4.sayfadaki herşey mi?!

Parmaklarımı birleştirip ellerimle oynamaya başladım. Gergin olduğumda genellikle yapardım ya saçlarımın kırıklarını inceler, ya tırnaklarımı yer ya da ellerimle oynardım. Ve şuan kesinlikle gerilmiştim ve biraz da kızmıştım. Sonuçta ben kendi menümü kendim söyleyebilicek kadar büyüktüm. En nefret ettiğim şey olan benim yerime karar verme işine çok pis gıcık olmuştum şuan.

Biraz sonra Enis'in önüne büyük bir tabak makarna, Gökay'a büyük bir pizza ve Hamzaya da birkaç tane şey gelmişti, şey..biftek gibi...ayran gibi..kumpir gibi.. tamam iyim ben en son koca bir tabak salata geldiğinde salatanın üstüne kusasım gelmişti açıkçası.

Herkes yemeğiyle ilgilenirken ben de çatalımla salatayı nurella bakışlarıyla didikliyordum. Küçüklükten beri salata yiyen bir insan olsaydınız siz de böyle nefretle bakardınız. Annem tam bir Vejeteryandı. Ve bizi de öyle beslemeye kalkardı. Babamın bahçeye özenerek aldığı mangal şeysi küflenmişti artık ya!

Bakışlarımı tabağımdan masada oturduğum insanlara çevirdim. Sanki gıcıklığına bilerek yapıyorlardı. Enis tabağına kafayı gömmüştü, Hamza desen uçmuş çocuğun gözlerinde şu dolar işareti çıkan çizgi film karakteri gibi yemekler belirmişti, Gökay da kibar ve hayvan karışımı pizzayı götürüyordu. Ay vallahi dayanamıcam! Elimle garsonu çağırdım. Hemen gördüğü gibi geldi genç çocuk.

''Buyrun efendim?'' dedi kaşlarını kaldırıp. Bu sesle herkes kafasından yemeğini kaldırıp garsona baktı. Ben de tabiki de umursamadım.

''Ben salata yemek istemiyorum, Bana bunun yerine biftek ee daha etle alakalı birşeyler getirebilirmisiniz? Yanına da bir Sprite istiyorum. Belki biraz patates püresi?'' dedim tebessüm edip. Çocuk başını sallayarak salatayı önümden aldı ve ortadan kayboldu. Bende zamansın uyuduğum için ağrıyan başımı ovuşturdum.

''Vejeteryan olduğunu düşünüyordum?'' dedi Gökay kaşlarını kaldırarak. Hadi ama beni tanımıyorsun ki!

''Ben de beni tanımadığını düşünüyordum ama çok iyi biliyormuş gibiydin..'' dedim tek kaşımı kaldırarak. Evet kaldırabiliyorum! Bence bu bir nimet!! Savaş bayrağını Gökay'a salladım az önce. Onun hamlesini bekledim vee konuşmaya başladı.

''Birbirimizi yanıltıyormuşuz o halde.'' dur savaşta düşmanın amacını anlamazsan kazananı bilmezsin ki! Ne dedi ki bu şimdi?! Biraz gerilen ortamı gelen garson kurtardı ve hepimiz yemeklerimize gömüldük daha doğrusu onlar devam etti ben yemeğe yeni başladım. Bu savaş burda bitmicek Gökay bey!

ZAMANSIZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin