Whatsapp grubu açtık, gelmek isteyen herkesin bir dm uzağındayım. İyi okumalar diliyorum.^^
Bölümleri kısa tutuyorum bu arada arkadaşlar çünkü hikayenin 30-40 bölümlük, belki de daha fazla olmasını istiyorum. Uzun tutarsam, yaklaşık 25. bölüm civarında biter.
-
Karşımızda beyazın en asil tonlarının birleştiği büyük bir şato vardı. Üzerinde Savaşçılar Akademisi yazıyordu, Tanrım! Gerçek olamayacak kadar mükemmeldi. Heyecan duygusu tüm vücudumu sarmalarken hep birlikte altın sarısı, demir kapıyı ittirerek içeriye girdik. Kapı paslanmış olsa gerek içeriye girerken büyük bir gürültü çıkarttı. Dudaklarım şaşkınlığım karşısında aralanırken geldiğimiz mucizevi yeri incelemeye başladım. Şimdiye kadar iki tane saray görmüştüm fakat bu, ikisinden bile görkemliydi. Tavan ile yer arasında neredeyse 50 metre vardı, tavanlar ay taşı ile süslenmişlerdi. İçeriye girişimizle birlikte taş ışıldamaya ve içeriye ışık saçmaya başlamıştı.
Krem rengi duvarlar, gece mavisi rengiyle bütünleşmişti. Neredeyse 10 metre uzunluğunda ki ametist taşlarıyla süslenmiş avize, girişi lüks göstermişti. Koridorun duvarlarında elementlerin motifleri vardı fakat benim dikkatimi çeken, merdivenin altında ki duvarda olan motifti. Şimşek ve alev, iç içe geçirilmişti.
''Siktir, bu ne?''diye bağırdı Adrian, şimşek ve alevin olduğu duvara doğru ilerlerken. Adrian'ı takip ettim, duvarın önüne geldiğimizde parmaklarım benliğimden bağımsız bir şekilde motiflerin üzerinde gezinmeye başladı. Adrian'ın irislerine alevlerin ölümcül dansı hakim olurken, benim gözlerimde yanıp sönen şimşeklerin varlığını her bir hücremde hissedebiliyordum. İkimizin eli, kendi motiflerimizin üzerinde durduğunda motifler canlanmaya başladı. Adrian'ın elinin değdiği yerden alevler çıkarken, benim şimşeğimin üzerine elektrik akımı çoktan hücum etmişti. Şimşek ve alev, iç içe geçtikten sonra tavana doğru yansıdılar. Ay taşı, ikisinin enerjisini içine çekti ve diğer element simgelerinin üzerine dağıttı. Tüm elementler, ışıldamaya başlarken gözlerimizin rengi tekrar eski hâline büründüğünde derin bir nefes aldım.
''Bence ikisini de kazığa bağlayıp yakmalıyız, o da nesiydi öyle?''dedi Tyson. Diğerleri de onaylar anlamda başlarını salladılar. Mükemmel! Bir Salem Cadılarıymışız gibi bakışlara maruz kalmadığımız kalmıştı.
''O kazığı bir tarafına-''diye başladı Adrian konuşmaya. Ani bir hareketle ona doğru yönelip , tüm gücümle sarılınca söyleyecekleri dudaklarının arasında kaldı. Yeterince olay yaşamıştık, bir de kavgayı hiç çekemezdim.
''Etkisiz bırakma yöntemlerini sevdim,''diye fısıldadı kulağıma. Sıcak nefesi, soğuk tenime öldürücü bir darbe eşliğinde çarptığında yanaklarımın kızardığını hissettim. Andreas'ın ''İlerleyelim,''cümlesinin ardından birbirimizden ayrıldık ve odaları araştırmak için onları takip etmeye başladık.
Koridorda karşılıklı olarak dört tane kapı vardı. Her biri bir elementin simgesiyle işlenmişti. Andreas, su elementinin olduğu kapıyı açtı ve içeriye girdi. Peşinden gitmeyi denedik fakat kapının bir adım ötesine dahil ilerleyemedik. Sanki görünmez bir bariyer var gibiydi, sadece elementi içinde bulunduranı sınırlarına alıyordu. Açık kapıdan görebildiğim kadarıyla içeride bir sürü tahtı andıran sandalyeler vardı, oda bir bahçe büyüklüğündeydi. Büyük pencereleri sayesinde bahçe sanki odanın içindeymiş gibi gözüküyordu. Dev bir tahtanın önünde, bir masa ve diğerlerine nazaran daha büyük bir sandalye vardı. Duvarlar su elementini anlatan motifler ile işlenmişti. Andreas, dışarıya çıktı ve diğer kapılara doğru ilerledik. Toprak olan kapıdan da geçebilmişti, su elementine ev sahipliği yapan odadan tek farkı, duvarlarda toprak motiflerinin olmasıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gecenin Senfonisi
FantasíaTopraklar ikiye ayrıldı; Karanlık ve Aydınlık Taraf olmak üzere. İki krallıkta, birbirlerine yasaktı. Anlaşmalar, kan ile mühürlenmişti. Vera Storm, iki tarafın kanını da damarlarında bulunduran Tarafsız Kraliçe. Yıllar boyunca, gölgelere sığındı ç...