2.4

712 66 37
                                    

Michael Clifford.

"Günaydın, Mickey." dedi Calum beni gözlerimi avuşturarak merdivenlerden inerken görünce. Başımı sallayarak cevap verdim çünkü konuşamayacak kadar uykum vardı.

"Dün konuştuğun kişi, Dan miydi?" dediğinde başımı sallayıp buzdolabından aldığım soğuk suyu dudaklarıma götürdüm. Onun sorusunu bile kavrayamamıştım. Tek bildiğim ağzımda iğrenç bir tat olduğuydu ve yataktan götümü kaldıramayacak kadar uykum olduğu halde sırf şu tattan kurtulmak için aşağı indiğimdi.

"Ee, final hakkında konuştunuz yani?" diye sordu utana sıkıla. Baygın gözlerimi açtım ama bir elim tezgahta kafamı aşağı doğru eğdiğim için görmedi. "Ne finali?"

"Dan'in hikayesinin finali." Kafamı hızla kaldırıp ona baktım. Gözlerini kocaman açmış bana bakıyordu.

"Dostum neden bana öldürecekmiş gibi bakıyorsun, finali ben yazmadım."

"Ne demek Dan'in hikayesinin finali? Gasoline mi, Baby Blue mu?" onlar da Dan'in bitmemiş olan farklı hikayeleriydi.

"The Night Poison, Mike."

Sözlerini duyar duymaz koşarak odama girdim. Gece toplamaya üşendiğim halde fazlasıyla dağıtmıştım ve telefonum ortada yoktu. Gerçekten yoktu.

Yerdeki muhtemelen kirli olan kıyafetleri aştıktan sonra birkaç kitabın üstüne basmaktan sonra anda kurtuldum. Fakat bu sefer ayağım bir dergiye denk geldi ve tutunayım derken odanın ortasında olduğumu farkettim. Attığım adımla ayağım yorgana takıldı ve vücudum düz bir şekilde yere kapaklandı.

Muhtemelen bizimkilerden biri bu şekilde yere düşseydi boğazım acıyana kadar kahkaha atardım. Bulunduğum durum çok komikti. Gerçi başkasının düşmesine gerek yoktu. Bacaklarıma dolanmış yorgandan kurtulmaya çalışırken deliler gibi kahkaha atıyordum. Dakikalarca bulunduğum duruma güldüm. Hatta o kadar güldüm ki karnım acımaya başlamıştı.

Kahkahalarım, gözlerim önümdeki telefon ile buluşunca kesildi.

Tam karşımda, burnumun hizasında duruyordu ve ona bakayım derken gözlerim ağrımıştı. Heyecanla kaptığım gibi birkaç küfür mırıldanarak bacaklarımdaki kalın yorgandan kurtuldum ve kendimi boş yatağa attım. Yastık ve yorgan yerde olduğu için bomboştu ve çok rahatsızdı. Söylenirken kapıda durmuş suratındaki komik ifadeyle beni izleyen Calum'ı gördüm. Ne diyeceğini şaşırmış gibiydi ve hafif çekik gözleri açılmıştı. Sanki IQ seviyesi iki elinin parmak sayısını geçmeyen bir insanın hareketlerini izliyordu zaten ben de öyle hareketler sergiliyordum.

"Ne bakıyorsun be?" diye sordum kabaca. Yastığı duvara dayayıp sırtımı da ortasına yerleştirdim.

"Ciddiyim Calum, öyle garip garip bakmayı kes."

"Ve gariplikten bahsetti, az önce yorganla çiftleşmeye çalışan çocuk."

"Siktir git." dedim sonunda popomu da rahat bir pozisyona sokunca. Hızlıca elimdeki telefonun kilit düğmesinde parmağımı basılı tutup markanın logosunu görmeyi bekledim. Fakat onun yerine boş bir batarya simgesi beni karşıladı.

Bugün dünya gerçekten bana karşıydı.

• • • •

Ağzım şaşkınlıkla açılmış bir şekilde önümde suran paragraf topluluğuna bakıyordum. Sözcük kalabalıklarının altında diğer yazı şekillerine göre daha kalın harflerle, sanki benim gibi hikayenin bitmesine olanak vermeyen insanlara inat 'SON' yazıyordu.

Hayatıma ağır küfürler ettiğim birkaç dakikanın ardından Calum gelip enseme bir şaplak atmış -kabul etmeliyim ki gerçekten acımıştı- ve telefonumu alıp şarja takmıştı. Sonra odayı toplamaya başlarken ben de hödük gibi onu izlemeyi kesmiş ve yardım etmeyi başarmıştım. Daha sonra beni zorla aşağı indirmişti, şaşkınlıkla krep hazırladığını görmüştüm. Ağzımdaki kötü tattan kurtulduktan sonra beni zorla banyoya sokmuş ve temizlendikten sonra rahat kafayla hikayeyi okumamı emretmişti. İtiraf etmeliyim ki Calum harika bir arkadaştı ve muhtemelen de harika bir koca adayı olurdu. Hazır bazı ülkelerde eşcinsel evlilik yasal hale gelmişken birkaç saniye acaba kaçırmasam mı diye düşünmüştüm. Sonra beynimin bugün çok saçma kısımlarının çalıştığını farkederek duşa girmiştim.

Şimdiyse sıcacık yatağımda yorganıma sarılmış halde hikayeyi okuyordum. Daha doğrusu okumayı bitirmiştim. Hikayeyi uzun zamandır takip ediyordum ve kesinlikle böyle bir son beklemiyordum. Aceleye gelmişti ve kısaydı. Dan'in, finali nasıl uzun ve özenerek yazacağı hakkındaki mesajları yavaş yavaş beynime akın edince bir şeylerin ters gittiğini anladım. Bana kızgın olduğu için böyle kötü bir son yazmış olamazdı, değil mi?

Hızla yataktan kalkıp ileri geri yürümeye başladım. Aklıma bir daha hikayenin yeni bölüm bildirimi ile güncellenmeyeceği, artık tek bir yeni kelime daha okuyamayacağım gelince biraz üzüldüm. Acilen regl olmuş kızlar gibi davranmayı kesmeliydim. Son zamanlarda fazla oluyordu bu.

Derin bir nefes alarak yatağın içinde adeta bana göz kırpan telefonuma döndüm. Onu aramalıydım. Onu arayacaktım. Ve bunu hiç düşünmeden yapacaktım çünkü düşüncelerim sadece temiz ve doğru bir fikri kirletmeye yarayan küçük ayrıntılardı.

Hızla yatağa atladım ve tuş kilidini açarak rehberden numarasını buldum. Fakat tabii ki yüce(!) Michael Clifford'un düşünceleri olaya bodoslama giriş yaptı.

Arkadaşlar birbirlerini severler.

Bu cümle, hiç abartmıyorum, gece kabuslarıma bile girmişti. Daha sonrasında daha da konuştuk, bütün gece konuşmuştum, ama sadece bu cümle beynime kazınmıştı.

Onunla arkadaş olmak istemiyordum. Onunla daha fazlası olmak istiyorum. Ben mi ona bunu gösteremeyecek kadar aptaldım, yoksa o mu bunu göremeyecek kadar aptaldı? İkinci seçeneği aklımdan direkt sildim. Tabii aptal olan bendim. Ben ve aptal kelimeleri artık ayrılmaz ikiliydi.

Derin bir nefes alıp tuş kilidini kapattım. Derin derin nefesler alırken, ne kadar korksam da artık iki seçeneğim olduğu gerçeğiyle yüzleştim.

Ya Dan'e duygularımı açık açık söyleyecek, onun tepkilerine göre hareket edecektim.

Ya da göz göre göre hayatımın aşkı olduğundan emin olduğum kızı kaybedecektim.

Dostum, demişti Ashton. Eğer birini gerçekten seviyorsan, onun göz göre göre elinden kayıp gitmesi kadar acı bir şey yoktur.

Hem ne demişti Luke? Ne zaman birine onu sevdiğimizi söylemekten utanır olduk? Sevmek, ne zaman utanılacak bir şey oldu ki?

Sonra, dün gece Calum'la olan konuşmalarımı hayırladım. Eğer ona söylersen ne kaybedersin? En kötü ihtimalle, sana aynı duyguları beslemediğini söyler. Ne var ki bunda, sen ona "Seni seviyorum." diyorsun. "Seni seviyorum, sen de beni sever misin?" değil.

Dakikalardır tuttuğum nefesimi vererek gelen gazla telefonumu açtım ve Dan'in numarasının üstüne basıp kulağıma dayadım.

Yıllardır yanımda olan arkadaşlarımın değerini yeni farkediyordum. Hiçbir zaman beni yargılamamış, sürekli destek çıkmışlardı. Şu işi atlatınca gidip hepsine teşekkür edecektim.

Nihayet telefonun cevaplandığını belirten tık sesi kulağıma ulaştığında, cesaretimi kaybetmeden gözlerimi sıkı sıkı kapattım ve cümleler sıralamaya başladım.

"Dan, sana bir şey söylemeliyim. Fakat sözümü kesmeden beni dinle, tamam mı? Sana uzun uzun aşk cümleleri sıralayamam, bende doğuştan öyle bir yetenek yok çünkü, ama sadece, kalbimden geldiğine güvence verebileceğim şekilde sana aşık olduğuma söyleyebilirim. Sana deliler gibi aşığım, baya aşığım belki birazcık çok fazla seviyorum ama kimin umrunda? Senin beni sevip sevmemen umrumda değil- yani tabii ki umrumda ama-" kesik birkaç nefes aldım. "Saçmalamaya başlamadan konuşmayı bitiririm diye umuyordum ama.. Saçmalamaya başladım ve hiçbir şeyden emin olamıyorum, emin olduğum tek şey var seni seviyorum Danita White, arkadaşın olarak değil, Mike olarak. Sırdaşın, ve aşığın olarak."

Konuşmam bittiğinde nefessiz kaldığımı farkedip derin bir nefes aldım. Birkaç saniye bekledim. Birkaç saniye cevap bekledim.

Sonra telefon suratıma kapandı.

secret reader | cliffordHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin