Bölüm şarkısı; Artrick monkeys- crying lightning
Multimedia- Barış
Dramlı bir bölüm oldu ama neyse :D iyi okumalar
••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••Bir saat kadar geçmişti. Ve Tuara hala ağlıyordu. Biz Emre'yle salonda birbirimizle bakışıyorduk. Ben Tuara'ya bir şey sormaktan korkuyordum. Bu his o kadar can sıkıcıydı ki. Bir oyun homuru gibi ruhuma yapışıp beni rahatsız ediyordu ve oturduğum yerde rahatsızlıkla kıpırdanmama neden oluyordu.
"Tuara, hadi gel." dedim dayanamayarak ve kalkmasına yardımcı oldum. Artık biraz daha kendine gelmişti, ama o kadar yorgun o kadar bitkin görünüyordu ki zorla da olsa adım atabilmesine şaşırdım.
Zor bela onu banyoya götürdüm. O sırada hala ağlıyordu. Sanki gözyaşları bitmiyordu. O böyle nedenini bilmediğim bir şekilde ağlarken kendimi o kadar çaresiz hissediyordum ki.
"Duş almak ister misin?" diye sordum. Anlamadığım bir şeyler mırıldandı. "Yıkanırken sana yardım etmemi ister misin?" diye sordum. Hızla kafasını iki yana salladı. Aynadan kendini görüp süzdü. Alt dudağı iyice sarktı ve titremeye başladı. Yüzünü ellerinin arasına alıp hıçkırırken bedeni sarsılıyordu. Bu.. Ona acımama neden oluyordu.
Ona iç çamaşırı ve kıyafet hazırlamıştım. Bornoz ve saç havlusu da çıkardıktan sonra Tuara'ya son kez tedirgince bakıp banyodan dışarı çıktım.
Salona girince, geldiğinden beri yüzü bembeyaz olan Emre'ye döndüm.
"Barış'la mı ilgili? Ne oldu? Araba mı çarptı, uçurumdan mı yuvarlandı? Nedir ya! Bir şey söylesene Emre!" diye sona doğru bağırarak yerimden kalktım. Volta atıyordum.
"Ben olmasam, çok geç olurdu..." dedi ama sona doğru sesi çatladı.
" Zaten geç kaldım. Lanet olsun!" Emre elini saçlarına daldırdı. "Barış'a nasıl anlatacağım..." bana söylüyordu ama gözleri çok uzaklardaydı. Sanki zihninin duvarlarındaki çığlıklar ağzından çıkıveriyordu.Bir süre sonra yararlı olabileceğini düşünerek çay yapmaya karar verdim. Termosa su koyup çalıştırdım. İki tane kupa çıkarıp ikisinede poşet çay koydum. Su kaynayınca bardakları suyla doldurup bardakları salona götürdüm. Kupalardan birini Emre'ye uzattım. Yavaşça şekersiz çaydan yudum yudum içiyor, hiç konuşmuyorduk. O kadar dalgındım ki, şekersiz çay içemeyen birisi olarak çayın şekersiz olduğunu bile farkedememiştim. İkimizde çıt çıkarmadan oturuyor, Tuara'nın gelmesini bekliyorduk. Emre konuşmak istemiyordu. Bunu beden dilinden herkes anlayabilirdi.
Uzun bir süre sonra Tuara salona ağır ve ürkek adımlarla geldi. Emre'nin yüzüne bakamıyordu. Neden bilmiyorum. Çok kısık bir sesle,
"Teşekkür ederim Emre.." dedi. Ama anlayabilmem biraz uzun sürdü. O kadar kısık sesle söylemişti ki. Emre sadece gözlerini yumdu. Ve açmadı.
Uzunca bir sessizlik oluştu. O kadar buruk bir ortam vardı ki...
Tuara'nın tok yutkunuşunu duydum. Biraz sonra ise tiz sesini,"En baştan anlatmak en mantıklısı." dedi ve kesikçe bir nefes aldı.
"Emre sen de dinle ama lütfen yorum yapma. Sadece dinle." diyip şişen gözleriyle Emre'ye bir bakış atıp, gözlerini kaçırdı. Bu sırada Emre gözlerini halıya dikmişti. Barış'ın arkadaşı olduğu için Emre'nin Tuara'yı sevmediğini biliyordum.
"Ben Barış'a aşıktım. Halâ da aşığım. Bunu istemesem de kalbim laf dinlemiyor. Beni hiç dinlemeden yargıladığı için ondan nefret ediyorum. Ama hala ona aşığım. Ona beni dinlemeden yargıladığı için kızsam bile ona kızgın olmam bile beni o kadar üzüyor ki..." garip bir ikilemdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HİÇSİZLİĞİN CESARETİ
Novela JuvenilSiyahın gökkuşağında yeri yoktur. Siyah bunu bilir ve kendini renklerden soyutlar... Birgün; Siyah, bilmediği tonlarını öğrenirken kendinden daha koyu bir ton keşfeder... Bilinmeyenleri örten bir sürü farklı tonlarda siyah... Kendi tonlarından bir g...