UFUK
Sabahın ilk ışıkları sanırım benim odama doğuyordu. Perdenin aralık yerinden ısrarla yüzüme vuran güneş uyanmam için ısrar ediyor gibiydi. Kendimi sarıp sarmaladığım yorganı üzerimden çektiğim gibi tekrar başıma kadar geri çektim. Güneşe aldanmıştım ama odam gerçekten soğuktu. Alıştıra alıştıra çıktım yataktan. Griye boyanmış duvarımdaki yuvarlak saate baktım saat 08:35'i gösteriyordu. Koşu yapmam gerekiyordu. Ayağa kalkıp gerildikten sonra üzerime rahat edebileceğim uzun kalın bir hırka siyah pantolon ve hırkanın içine siyah tişörtümü giydim. Koşacağım için vücudum ısısını korurdu. Zerda'ya günaydın mesajını yazdıktan sonra evdekileri rahatsız etmeden çıktım dışarı.
Hafta sonu olduğundan mahalle biraz sessizdi. Köşeyi geçtikten sonra koşu yolunda ağır ağır yürümeye başlayıp sonradan tempomu arttırdım. Tempomu bozmadan hırkamdaki kulaklığı çıkarıp telefonumdan müzik dinlemeye karar verdim. İçimde bir sıkıntı vardı gerçi bu aralar sürekli geliyordu. Sanırım yaşımın ilerlemiş olması ve benim hala hiç bir şey yapamamış olmam buna en büyük etkendi. Yaklaşık yarım saat koştuktan sonra yavaşlayıp sonradan durdum. Ellerimi dizlerime koyup biraz eğildim. Nefesimi düzene koyduktan sonra bir yarım saat daha koştum...
Mahalleye girmeden semtin en işlek caddesinden kahvaltı için bir şeyler almak istedim. Caminin önünde Efe'yi görünce yönümü ona çevirdim. Bir taburenin üzerine oturmuş başını eline koymuş önündeki boya sandığına yaslanmıştı. Siyah olmuş küçücük parmakları daha buradan belli oluyordu. Yanına yaklaşıp eğildim.
"O yakışıklı ne yapıyorsun bakalım burada"
Beni görünce çok fazla mutlu olmuştu. Hemen ayağa kalkıp küçücük kollarıyla sarıldı boynuma.
"Çalışıyorum abi sen ne yapıyorsun, niye nefes nefesesin bir şey mi oldu ağabey?"
Endişeyle bana bakıp bir cevap bekliyordu. Elimi saçına götürüp "Yok oğlum koşudan geliyorum"
"He tamam o zaman abi" yüzüne yayılan gülümseme gözlerini biraz daha küçültüyordu.
"Aç mısın" diye pat diye soru sorunca yüzündeki silinen gülümseme bir şeyler yemediğinin göstergesiydi. Elini karnına götürüp "Yok abi aç değilim"
"Kahvaltı yaptın mı sen?"
"hayır ama aç değilim" Gözlerini kaçırıp tırnağı arasındaki boyayla oynuyordu.
"Hadi topla sandığı bu hava da iş olmaz zaten kahvaltı yapalım"
"Abi babam kızar" başını öne eğip yalvarır gibi baktı yüzüme. "Ne kadar kazanıyorsun boyadan "Bazen 20 bazen 10 lira"
"Tamam ben veririm"
"Yok abi olmaz öyle şey" deyip ellerini itiraz edercesine yukarı kaldırdı.
"Lan gel buraya" deyip sertçe elimi ensesine koydum. "Hadi topla şunları"
Ses tonumdaki ciddilik onu harekete geçirmişti. Sandığın ipini boynuna takıp yanımda yürümeye başladı. Pastaneye girdiğimizde Remzi Usta aklaşmış bıyıklarının altından gülümsedi bize.
"Oo hoş geldin aslanım geç otur ben geliyorum"
"Tamam abi sen bana her zamankinden getir. Bu kardeşime de meyve suyu boğaca börek ne varsa getir işte " gülümseyip köşedeki boş masaya geçtik. Efe sandığını kenara koyup önü sökülmüş kazağının ipini çekiştiriyordu.
Diyecek, soracak çok şey vardı ama küçücük bir bedene ne sorulabilirdi ki. İçim acıyordu. Nefret ediyordum buradan. Bir şeyler yapıp kurtarmam lazımdı kendimi bu lanet bataklıktan.
Telefonumdan gelen mesaj sesini duyunca parmaklarımı cebime sokup telefonu çıkardım. Zerda yazmıştı cevap vermeden telefonu ters bir şekilde masanın üzerine bıraktım. Sonunda kahvaltılar gelmişti. Efe hemen poğaçayı eline alıp hızlıca midesine indirdi. Utanmasın diye bakmadım fazla. Birlikte kahvaltımızı yapıp üzerine de çay söyledik...
CANLARRRR BÖLÜMÜ YANLIŞLIKLA PAYLAŞTIM :( KALDIRMAK İSTEMEDİM DEVAMINI YARIIN YAZACAĞIM SİZİ ÇOK SEVİYORUM. LÜTFEN KISA DA OLSA GÖRÜŞÜNÜZÜ YAZIN NE OLUR :) İYİ Kİ VARSINIZ :)