Uyanalı neredeyse iki saat olmuş. Aval aval tavana bakıp ne alaka ise filleri düşünüyorum. O kadar çok cişim var ki biraz daha tutarsam idrar kesem patlayacak. Hapşurursam altıma yapabileceğimi düşünüyorum. Sorun altıma yapmam değil de English Home'dan geçen hafta aldığım saten nevresim takımının sidik içinde kalması sorun. Acaba ne kadar daha tutabililirim diye kendimi test etmek istiyorum. Ufak bir gerinme hareketi ile pipimin ucundan bir damla çıktığını hissedip ani bir hareket ile yataktan kalkarak kendimi saten nevresimlerin dışına atıyorum. Tuvalete gidip çişimi yapıyorum ve o an yaşadığım duyguyu size şu şekilde anlatayım. Eskiden köleleri işaretlemek için ucunda bir çeşit sembol olan demir sopanın ucunu demir kızarıncaya kadar ısıtırlarmış. Ardından o sopanın ucunu mahkumların ellerine, bacaklarına veya yanağına bastırırlarmış. Böylece orası haşlanır. Üzerine de bir avuç tuz bastırarak yarayı dağlarlarmış. Böylece o bölgede kalıcı olarak bir yanık izi oluşurmuş. Köleler hayatlarının sonuna kadar bu izi taşırlarmış ve köle oldukları belli olurmuş. Ben de öyle bir işiyorum ki; sanki çüküme o kızgın demir sopayı bastırmışlar ve hemen ardından buz gibi soğuk suya sokmuşlar gibi hissediyorum. Diş fırçalama, yüz yıkama gibi kişisel işlerimi halletmek için ayna karşısında bir süre dikilip kendime bakıyorum. Unutkanlık rahatsızlığım öyle bir seviye aldı ki; aynada gördüğüm kişinin ben olmadığına inanmaya başladım. Gözlerimin altı mor, gözlerim esrar çekmiş gibi kıpkırmızı. Sakallarım baş vermeye başlamış. O kadar çok kilo vermişim ki avurtlarım çökmüş, elmacık kemiklerim belli oluyor. Saçlarım darmadağın ve üstelik kokuyorum. Güzel bir duş, sakal tıraşı ve iyi bir kahvaltı beni kendime getiriyor. Dün neler yaşandığı konusunda hiçbir fikrim yok. Devriye partnerim Daniel'ı aramak için telefonu kaldırıyorum ve telefonun "D" bölümünde "Deli doktoru" isimli bir kişi görüyorum. Tamam, şimdi her şeyi hatırlıyorum. Dün arabanın beni neredeyse ezecek olmasını hatırladım. İtalyan dişçi Marcello'yu hatırladım. Çavuş Andy'e yemek ısmarladığımı, Memur Şefi Lindsay'in kıçına yerde para görmüş Compton zencisi gibi baktığımı hatırladım. Deli doktorunu şimdilik boşverip Daniel'ı arıyorum.
DIIIIIT.
Aradığım kişi üçüncü dıtlamada da telefonu açmazsa telefonu kapatırım. Prensip meselesi.
DIIIIIT.
Hadi Daniel, açman gerek. İşe otobüs ile gitmeyi istemiyorum, o ter kokulu otobüse binmeyi istemiyorum. Lütfen aç ve beni evimden al.
DIII-.
Ses yarıda kesiliyor ve telefon açılıyor. İşe otobüs ile gitmeyeceğim için memnunum.
"Daniel, beni alman gerek." diyorum.
Telefonda birkaç saniye sessizlik oluyor. Daniel telefonu yüzüme kapattı sanıyorum ve telefon ekranına bakmak için telefonu yanağımdan çekiyorum.
Çağrı; 0:26
Çağrı; 0:27
Görüşme devam ediyor. "Alo!" diyorum. "Tamam." dedikten sonra Daniel telefonu kapatıyor. Daniel öyle pinti, tutarlı birisi ki, ondan her sigara istediğimde bana; "Bende de az var!" deyip konuyu değiştiriyor. Evindeki çamaşır makinesi altı aydır bozuk. $35 verip tamir ettireceği yerde, çamaşırlarını el ile yıkıyor. Sanırım ne kadar pinti birisi olduğunu anlıyorsunuz. Evlerimiz iki apayrı yerde olduğu için, sanırım beni almaya gelirken arabasının yaktığı benzine acıyor. Daniel'ın pintiliğini ve Memur Şefi Lindsay'in kıçını düşünürken dışarıdan korna sesi geliyor.
İki uzun, bir kısa ve tekrardan uzun korna sesi.
Bu Daniel olmalı. Perdeyi aralayıp dışarıya bakıyorum. Henüz bir ay önce aldığı Chevrolet'i ile bekliyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gösteri Kuklası
Mystery / ThrillerBeynini kurtçukların yediği, kendisi ile çelişen, düne dair hiçbir şey hatırlamayan, akşam yemeğinden sonra yakılan sigarayı seven, sıradan gibi gözüken ama alışılagelmişin dışında hayatı olan polis memuru Brendan Burfield'ın psikolojik hikayesi.