Kayıp Aranıyor

10 0 0
                                    

Yaklaşık iki gün oldu ve Daniel'ın cesedi çok kötü kokuyor. Onu parçalayıp poşetlere koymayı düşünüyorum. Aynı Dexter'ın yaptığı gibi. Biraz da midem bulanıyor, bunu yapmaya cesaretim yok açıkçası. Telefonum çalıyor, Çavuş Thompson arıyor. Bana bir haber olup olmadığını soruyor. Ben de her zaman söylediğim gibi yok diyorum. Beni departmana çağırıyor, konuşması gereken bir konu varmış. Belki işime devam edebileceğimi söyleyecek diye bir umuda kapılıyorum ve hızlıca giyinerek binadan çıkış gerçekleştiriyorum. Daniel aklıma her geldiğinde müthiş bir üzüntü duyuyorum. Şu hayattaki belki de tek dostumu bıçak ile doğradım. Onun hiçbir suçu yoktu. Bütün suç benimdi. Benim beynim ve şizofrenik hareketlerim. Bir taksi geçerken el kaldırıyorum ve durduğunda ona biniyorum. "Polis departmanına sür." diyorum. Dikiz aynasından bana kurnaz bir şekilde bakan bir kişi görüyorum.


Jimmy McCliffton.

"Senin yüzünden en yakın arkadaşımı kaybettim." diyorum.

"Biliyorum." diyor ve gülümsüyor. Tuhaf olan şu ki, arabayı sürerken hiç yola bakmıyor. Sürekli olarak dikiz aynasından bana bakıyor ve direksiyonu bile çevirmiyor ama araba kendi kendisini sürüyor.

"Artık bir katilsin." diyor.

"Benim elimde olan bir şey değildi. Hepsi senin yüzünden." diyorum.

"Ben, senin bir yansımanım, Brendan. Beni sen yarattın." diyor.

"Seni öldüreceğim." diyor.

"Beni öldürebilirsin. Ama bunun sadece bir yolu var." diyor.

"Neymiş?" diyor."

"Kendini öldürerek." diyor ve gözlerini benden çekiyor. Dikiz aynasına tekrardan baktığında ise Jimmy'i değil de hiç görmediğim bir adamı görüyorum ve bana bazı şeyler söylüyor.

"Ne dediğini anlamıyorum. Beni öldüremezsin. Polis departmanının önünde bunu yapmak çok mantıklı bir hareket olmasa gerek. Taksimetre $23 diyor. Sen $20 ver." diyor ve ona $20 ödüyorum.

Departmanın içerisine doğru adım atıyorum ve herkes bana dikkatlice bakıyor.

"Seni iyi gördüm, Brendan."

"Hey, hala onları görüyor musun Brendan? HAHA."

"Sen ona aldırma, Brendan."

"İyisin, iyi."

"Umarım yakın zamanda aramıza dönersin Brendan."

Çavuşun odasının kapısını tıklatıyorum ve içeriye giriyorum. Çavuş benimle hiç göz teması kurmuyor. Önündeki dosyaları inceliyor. Dosyaları incelemeyi bitirdikten sonra ancak benim ile göz teması kuruyor. Ben de bu sırada sandalyelerden bir tanesine oturuyorum ve çavuş lafa giriyor.

"Hastahane kayıtlarına göre iki haftadır psikoloğa gidiyormuşsun. Bunu bildirmeyi hiç düşündün mü?" diyor.

"Neyi?" diyorum.

"Brendan. Herhangi bir ilaca başlarsan bunu bildirmen gerekir." diyor.

"İlaç kullanmıyorum. Sadece oraya gittiğimde konuşuyoruz." diyorum.

"Senin gibi bir hastaya ilaç yazmaması ilginç." diyor ve ekliyor.

"Eğer psikoloğa düzenli olarak gidersen, ilaçlarını düzenli olarak alırsan ve iyileşme belirtileri gösterirsen gelip mesleğine devam edebilirsin. Hem de kaldığın yerden. Ama bunlar olmazsa, muhtelen meslekten atılacaksın. Biliyorsun ki Los Angeles Polis Departmanı, fiziksel sağlık sorunları olmayan kişileri seçtiği gibi, aynı zamanda zihinsel sağlık sorunları olmayan kişileri seçiyor." diyor.

Başım ile onaylıyorum ve kalkıyorum. Kalkarken sol elimi masaya koyup ondan destek alıyorum. Çavuş sol elimin üzerine elini koyuyor ve gözlerimin içerisine bakıyor.

"Seni severim, Brendan. Kendine kötülük yapma." diyor ve elini çekiyor. Gülümsüyorum ve çıkış gerçekleştiriyorum.

Sokakta biraz yürüyorum ve Daniel'ın fotoğraflarının asılı olduğu elektrik direklerini görüyorum.

"KAYIP ARANIYOR. DANIEL REDFORD. ONU GÖRÜRSENİZ LÜTFEN BU NUMARAYI ARAYIN."

Gözyaşlarımdan süzülen iki damlaya engel olamıyorum. En yakın arkadaşını öldürecek kadar hayvan birisiyim. Bugün canım biraz yürümek istiyor. Evin oraya kadar yürüyorum. Yolda yanımdan geçen herkesin suratı Jimmy'e ait. Bana doğru bakıyorlar, bir şeyler söylüyorlar ve yollarına devam ediyorlar.

"Beni öldürmek mi istiyorsun? Kendini öldür."

"En iyi arkadaşındı."

"Acımasız katil."

"Bütün suç bende değil.

"Senin içinde de var."

"Vahşeti seviyorsun, değil mi?"

Apartmanın kapısına doğru yaklaştığımda, iki polis arabasının önünde olduğunu görüyorum. İçeriden siyah ceset torbası ile birlikte gelen, dört tane beyaz kıyafetli adamlar da vardı. Daniel'ı buldular. Beni yakaladıkları an cinayetten hapishaneye gireceğim. Bütün hayatım karardı. Bana hapishanede işkence ve tecavüz edecekler diye düşünüyorum. Sonra birkaç saniye daha düşünüyorum ve gülümsüyorum. Kendi kendime şunu söylüyorum; "Tabii yakalanırsam." Geriye doğru koşmaya başlıyorum ve apartmanın arkasına doğru gidiyorum. Neredeyse göbeğime kadar gelen bir duvardan atlıyorum ve apartmanın bodrumuna giden merdiveni görüyorum. Bir tane polis memuru, etrafına bakarak tam da oradan geçiyor. Bir an için beni gördüğünü sanıyorum, sanki buraya doğru bakıyor. Bu yüz Jimmy'e ait. Bana doğru bakıyor, gülümsüyor ve göz kırpıyor. Ardından da gidiyor. Çok sessiz bir şekilde o merdivenleri iniyorum. Bodrum katında bana ait olan bölüme doğru ilerliyorum ve kapısını anahtarım ile açıyorum. Bodrum katımda bir sandık var, sandığın içerisinde eski çerçeveler, fotoğraflar, battaniyeler ve kullanmadığım eşyalar var. Bunların en dibinde bir Glock 17 model silah bulunuyor. Elimi aralardan en dibe kadar sokuyorum ve silahı buluyorum. Ses çıkartmadan kendime çekiyorum ve oradan uzaklaşıyorum. Merdivenlere tekrardan ulaştığımda ise etrafıma dikkatlice bakıyorum. Kimsenin olmadığını görünce hemen oradan uzaklaşıyorum. Tam duvardan atlarken arkadan bir ses bana doğru bağırıyor.

"Olduğun yerde kal!" diyor.

Ben bunu umursamazlıktan geliyorum ve deli gibi koşmaya başlıyorum. Bahçeden bahçeye atlıyorum ve izimi kaybettirmeye çalışıyorum. Bir ara önüme bir polis memuru çıkıyor, suratı Jimmy'nin suratının aynısı.

"Teslim olmazsan çükünü keserim." diyor ve gülüyor.

Koşarken onun kafasına ateş ediyorum ve yoluma devam ediyorum. Hava kararmak üzere ve destek ekipler çoktan olay yerine ulaşmışlardır. Arkamdan silahlar patlıyor ve her an vurulacağımı zannediyorum. Bir an için izimi kaybettiriyorum ve bir binanın bodrum katına saklanıyorum. İçerisi zifiri karanlık. Dışarıda biraz ışık var. Dışarıdaki ışığa doğru bakıyorum ve o ışığın üzerine bir gölgenin düştüğünü görüyorum. Gölge yavaşça büyüyor. Bana yaklaşan birisi var ve ben odaya pusmuş, silahımı da kapıya doğrultmuş bekliyorum. Odanın en ucuna doğru gidiyorum ve orada karanlıktan kamufle oluyorum. İçeriye bir polis memuru giriyor, etrafa doğru bakıyor. Tam arkasını döndüğü sırada onun boğazını kavrıyorum ve kafasına silahı dayıyorum. Dışarıdan bir ses geliyor.

"Haleman, orada mı?"

Silahın güvenlik kilidini açıyorum, Haleman'ın kulağına fısıldıyorum.

"Ona hayır demezsen, bu silah kafanda patlayacak. ikimiz de burada öleceğiz." diyorum.

Haleman titriyor.

"Burada kimse yok, devam edelim." diyor.

"Güzel." diyorum.

Elimdeki silahın kabzasını Haleman'ın ensesine çakıyorum ve onu bayıltıyorum. Ardından polis memurlarının sahayı terk etmesini bekliyorum. Bahçedeki birkaç lambanın çevresi dışında her taraf karanlık. Orada yirmi dakika çıtımı çıkarmadan beklerken Haleman ayılma belirtileri gösteriyor. Onun kafasına bir darbe daha indiriyorum. Bu seferki biraz sert olacak ki kanamaya başlıyor. Ona acıyorum, içimden iyilik yapmak geliyor ama elimden bir şey gelmiyor. Bodrum katını terk ederek oradan uzaklaşıyorum.

Gösteri KuklasıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin