Bölüm - 2

12 5 0
                                    

( Kampta )

30.Eylül.2015


Orada, dağda, yani Olimposumuzda yaşadıklarımız, orada ve bizim aramızdaydı. Saatler süren tırmanmamızın inişi, çıkışından çok daha kolay oluyordu. Saatler süren tırmanma mesafesi, hemen hemen bir saatten biraz fazla zamanda inilmiş gibiydi. Zemin, nemden ve tepeden akan ufak su yollarından dolayı yer yer kayıyordu. Biz zemine ayak uydurmaya çalışırken yer yer düşüyor, yaralarla, berelerle ama yer çekiminin de yardımlarıyla seri ve hızlı bir biçimde yukarılardan aşağıya doğru iniyorduk. Yukarı çıkarken tutunduğum kayaları gözlerim arıyordu ama hiç bir şey tanıdıkmış gibi de gelmiyordu.

Aşağıya bakıyor, Çağan'ın ateşini görmeyi de ümit ediyordum. Ancak hayal kırıklığı yaşıyordum. Adam çok dikkatliydi. Mahsus ufak ateş yakıyordu... uzaktan görülmek istemiyordu. Bu dikkati şu an bizim aleyhimize çalışıyordu. Vakit gece yarısına yaklaşıyor olmalıydı. Çağan'ın teorisine göre 0000 ile 0100 arasında hava değişecekti. Nasıl değişecek acaba diye merak ediyordum. Daha sert bir hava mı bekliyor bizi, daha yumuşak bir hava mı?

Yukarıda yaşadığımız yağmur tecrübesi yüzünden ikimiz de sırıl-sıklamdık. Üzerimizde kuru hiç bir şeyimiz yoktu. Efor sarfediyor olmasak ikimizde de şimdiye çoktan hipotermi başlardı. Efor, kasların sürekli çalışıyor olması, vücudumuzda belirgin bir ısı üretiyordu. Bu ısı bizi şimdilik koruyacak gibiydi.

Yer çekiminin yardımıyla aşağıya doğru seri ve hızlı inişimiz, bedenimizde acı anılar ve morartılar bırakıyordu. Aslında kendimi kuşlar gibi hür ve hafiflemiş hissediyordum. Neredeyse neşeli bile sayılabilirdim. O ara arkama baktım. Rüzgar dikkatle inmeye çalışıyor, o da benim gibi yer yer kayıyor, yer yer dikkatle yürümeye çalışıyordu.

Terli bedenlerimize değen ıslak ve serin rüzgar, hem ürpertiyor, hem de bizi canlandırıyordu. Aşağıda duran ve biz yardan aşağılara doğru indikçe giderek bize yaklaşan bu Kuytu Orman bize bir şekilde iyi geliyordu.

Sonunda kendimi mis gibi kokan çimenlerin üzerine biraz da yüksekten bıraktım. Yumuşak toprağa sertçe düştüm. Mahsus beceriksizce düşmüştüm. Ayaklarımın üzerine atlasam, artık benimle katiyen muhatap olmayan bacak kaslarım, canımı çok fena yakacaklardı, bundan son derece emindim.

Birkaç defa denemiş ve becermiş olsam bile, şu anda öyle filmlerde ki gibi altınokta taklası falan atmayı kesinlikle deneyemezdim. Öylece bırakmıştım kendimi aşağıya. Düştüğüm yerde ilk önce kendimi dinledim, bedenimde alarm veren bir yer yoktu, sırtüstü döndüm yukarı baktım. Milyarlarca yıldız hızla akan bulutların arasından göz kırpmaya çalışıyorlardı.

Toprak rahat bir yatak gibi yorgunluğumu benden, bedenimden çekmeye çalışıyordu. Bırakmak istedim bütün yorgunluğumu ve fiziksel acılarımı o an ve oraya ama bunu yaparsam burada uyur kalırdım. Bu da benim için riskli olurdu. Bazen böyle olur. Dinlenmekten korkarsınız, sanki rahat ettiğiniz yerden yeniden kalkamayacakmışsınız gibi. Ben de ağrılarımı, acılarımı, yorgunluğumu en yakın ve en güvenli yere, yani Çağan'ın yanına kadar taşımalıydım beraberimde.

Ağaçların altı ve ormanın tabanı, simsiyah gölgelerde kaybolmuştu, ağaçların tepelerinde ise ay doğuyor, gümüş rengi bir parlaklık, gece havasına bulutlardan fırsat buldukça çam iğnelerini bile net görüp sayabileceğiniz kadar huzurlu bir aydınlık veriyordu.

Yanıma yığılırcasına Rüzgar da düştü. Öylece yatarken yeşil çimenlerin üzerinde ve kara bulutlu gök yüzünün altında, ince ince yağmur da yağmaya başlamıştı... Küçücüktü yağmurun damlaları, Dövmüyordu sadece kararlılıkla sizi ıslatıyordu, bir daha hiç durmayacakmış gibi...

FIRTINA, Sezon VHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin