24 saat.
2 rakam ve 4 harf. Bir gün. Koca bir gün. Bir günde olan yüzlerce olay, doğan on binlerce bebek, ölen yüz binlerce kişi, parçalanan onlarca insan ve ben.
Bir gündür uyuyamıyordum. Saat 11:49'du. Dün akşam kendimi kapının önünde bulduğum dakikaların içindeydik. Harry beni kapının önüne bıraktığı dakikadan beri boğazımda kalan iğrenç safra tadıyla birlikte gırtlağıma yapışmış kan tadı beni konuşturtmuyordu. Çıplak ayakla dolaştığım için de sokakların bütün mikroplarını ve bakterilerini vücudumda hissediyordum. Grip olmam kaçınılmaz bir gerçekti. Bununla birlikte üstümde kocaman bir suçluluk duygusu hakimdi. Eve girdiğimden beri ne bir tek laf etmiş ne de bir şeyleri anlatmak için çaba harcamıştım. Berbat hissediyordum. Kapım bugün belki de bininci kez çalındığında burnumu sildiğim peçetelerin arasından kalkmak yerine yatağıma uzanmaya ve saatin ilerleyen yelkovanına bakmaya devam ettim. "Destiny. Korkuyorum. Aç kapıyı güzelim." Finn'in sesi bugün bir kez daha kulaklarımın kapısını çalıyordu. Fakat açan yoktu. Düşünmekten ve burnumu silmekten bayılmak üzereydim. Karnım aç değildi. Bir şey yiyemiyordum. Susadığım zaman lavaboya gidip musluktan su içiyordum. Tamam pekala bunu daha önce bir kafede suyun 4 dolar olduğunu gördükten sonra denemiştim ve şu an o kadar da iğrenç gelmiyordu. "Destiny, kapıyı kırıyorum." Düşüncelerimi hem Zack'in sesi hem de burnumun yeniden akması yarıda kesmişti. Yatağın üstünden rastgele sağlam olmaktan çıkmış peçeteyle yeniden burnumu sildim ve 2 kişilik yatağın ortasında yan dönüp kapıya bakmaya başladım. Kapıya atılan bir darbeyle beyaz kapı hafifçe sarsılırken gülmeden edememiştim. Bu oda eskiden Marry'lerin odasıydı. Diğer bütün odaların aksine en lanetli olan yerdi burası. Buradan çıkmak istemiyordum. Ben burada var olmuştum. Burasıydı benim çığlıklarıma ev sahibi nazikliğini gösterip beni susturan. Burasıydı aynı zamanda en büyük korkularımın gizlediğim yer. Buraya ihtiyacım vardı. Fakat insanlara ihtiyacım yoktu. Dün akşam yaşadıklarımdan sonra bunu kabullenmiş gibiydim. Arkadaşlarımı seviyordum. Fakat bu onlara ihtiyacım olduğu anlamına gelmezdi. Herkesin kendi hayatı vardı ve benim çilelerimi çekmek zorunda değillerdi. Ne Finn ne Zack ne de Anna. Anna benim en büyük dayanağım olmasına rağmen artık onu da isteyemiyordum. Bunu kendime yediremiyordum. Benden uzak durmaları lazımdı. Onları Harry'den koruyamıyordum. Kendimden bile koruyamıyordum. Bu yüzsüzlük fazlaydı. Belki de bir kaç dolar ve peçeteyle evi terk etmeliydim. Bu düşünce anında kafamda toparlanıp mantıklı bir hal yarattığında bakışlarım saatin yelkovanın 12'de durduğunu fark etti. Gece yarısı olmuştu. Ay ışığının perdenin arasından sızan zayıf ışığına bakarak yataktan hafifçe doğruldum. Ayaklarım yara bere içindeydi. Doğru düzgün basmamı engelleseler de gücümü karanlıktan alıyordum. Bacaklarım belli yerlerinde morluklar ve çizikler vardı. Sırtım sürekli yatmaktan ağrımış, beynim 1 gündür uyuyamamanın acısını şakaklarımda baş gösteren ağrıdan çıkartmıştı. Uzun süredir ağzımı bıçak dahi açmıyordu. Harry de yoktu. Refleks olarak yanağıma bir tokat attığımda kulaklarım uğuldamayı kesmiş ve dışarıdaki bağırışlara odaklanmıştı. "Tanrı aşkına aç şu kapıyı Des!" Bu Anna'ydı. "Bebeğim hadi çık dışarı." Bu ise Finn'di. Kapıyı sürekli sarsan kişi de Zack olmalıydı. "Çocuklar." dedim kısılmış sesimle. Aniden kapıdan gelen gıcırtılar ve bağırışlar son bulmuştu. "Ben gidiyorum." dedim duyamayacakları bir şekilde fakat Finn duymuş gibi gözüküyordu. Belki de o kadar kısık sesle söylememiştim. "Nereye gidiyorsun?! Destiny cevap ver!" Finn'in ardından gelen Anna'nın bağırışlarına kulak kesmeyi bıraktım ve iç çamaşırlarımın üstüne hızlıca rahat bir tayt, kalın bir kazak geçirdim. Çekmeceye sakladığım bir miktar nakit para ve kredi kartını montumun cebine yerleştirerek banyoya ilerledim. Nereye gidecektim? Yatakta yatarken her şey çok mantıklı geliyordu. Gitmek, uzaklaşmak, saklanmak. Fakat şu an korkuyordum. Küçükken battaniyenin altına girmeden uyuduğumda Harry'nin bana zarar vereceği korkusunu bir daha yaşıyordum. Fakat bu sefer beni korkutan Harry değildi. Beni korkutan her şeydi. Birine sığınmaktan nefret ediyordum. Fakat şu an birine sarılmak, sığınmak en çok istediğim şeylerden biriydi. Yapamazdım. Yapmamalıydım. Kimseye sığınamazdım. Ben böyle biri değildim. Ben Elsa Destiny, böyle bir zavallı değildim. Girmekte kararsız kaldığım banyoya sert adımlarla soğuk mermerleri döverek girdiğimde kafamı cesurca kaldırıp aynaya baktım. Saçlarım kabarmış, gözlerimin altı bordolaşmıştı. Aynadaki yansımam çöküşümü yansıtıyordu. Fakat ruhum yeniden doğuyormuş gibi heyecanlı ve canlıydı. Koyu mavi banyo kapaklarını sırayla açtım ve tenime uygun kapatıcıyı bulup gözlerimin altına, suratıma ve boynuma kadar sürmeye başladım. Yüzümdeki solgun renkler kaybolmuş, durulaşmıştı. Hızlıca gözlerime rimel ve likit sürdükten sonra dudaklarıma az önce gözlerimin altını kaplayan bordo renkli bir ruj sürdüğümde aynadaki yansımam bana gülümsemekte geç kalmamıştı. Ben buydum. Ben yaşıyordum. Bir kalbim, bir ruhum vardı. Harry'nin aksine. Düşüncelerim kağıttan birer uçakmış gibi banyonun dışındaki silüetin suratına yapıştığında gülümseyişim bir çocuğun elinden kaçan balon gibi gittikçe küçülmeye ve gökyüzünde kaybolmaya başlamıştı. "Merhaba Harry." gülümsemem son bulduğunda aynadan yansayan kırmızı gözlerine baktıktan sonra fısıldamıştım. Bana karşılık olarak ise beyaz mermerlere doğru bir adım atarak cevap vermişti. "Benimle mi geleceksin?" yeniden konuştuğumda dudaklarının karanlıktan zar zor belli olan gamzelerine kadar genişlediğini görmüştüm. "Nereye gidiyoruz Elsa?" sesinin emin oluşuyla elime bir tarak aldım ve gecenin karanlığına eşlik eden koyu renkli saçlarımı usulca taramaya başladım. "Nereye istersen." saçlarımı taramamı izledikten sonra bir adım daha atmasını bekledim. Atmadı. Aynadan yeniden ona bakmak için kafamı kaldırdığımda orada olmadığını fark ettim. "Başardın." dedim anlamasını bekleyerek. "Neyi?" Ah, anlamamıştı. Banyodan çıkıp yatağın üstüne attığım montumu giydim ve kapının fazla dayanmayacağını çıkmış olan iki vidanın lacivert halıda parlayan metal renginden anlayabildim. "Kaçmanın her zaman o kadar da kötü olmayacağını bana kanıtladın Harry." arkamda olduğunu fazla hızlı atan kalbinin gümbürdemesinden anlayabilmiştim. "Sen-" arkamı hışımla döndüm ve aralık dudaklarının üstünü rujlu dudaklarımla kapattım. Bunu beklemiyordu. Bunu ben de beklemiyordum. Gözleri kırmızıdan yeşile dönerken göz kapaklarının kapanması saniyesini bile almamıştı. Çünkü yandan sarkan ellerini yakalayıp belime sarmıştım. Ellerim yönlendirdiğim kollarından yukarı doğru çıkıp saçlarını bulduğunda hafifçe gözlerimi araladım ve hala gözlerinin kapalı olmasına karşın siyah perdeyle örtülmüş pencereye doğru yavaşça geri geri ilerlemeye başladım. Benden ayrılmak istemeyen Harry ise beni takip etmek zorunda kalmıştı. Son bir hamleyle yerlerimizi değiştirdim ve sırtının pencereye değmesini sağladıktan sonra ondan ayrıldım. Soluklarımız birbirine karışırken arkasından uzanıp perdeyi usulca açtım ve ne yaptığımı anlamaması için bir kez daha dudaklarına dudaklarımı bastırdım. Bu sefer dudaklarım uyumla birbirlerine bağlanırken kollarım omuzlarından karnına inmişti. Neden benimle öpüştüğünü anlayamıyordum. 1 gündür bir şey yememiştim ve en son tattığım şey ise safraydı. Buna rağmen beni kırılacak bir eşyaymışım gibi usulca öpmesi gözlerimi yaşartsa da ona kanmayacağım kesindi. Alt dudağına bir ısırık bırakıp geri çekildiğimde elleri belimi o kadar sıkı bir şekilde sarmıştı ki planımın işe yaramamasından korkmaya başlamıştım. "Beni affet." Anlını anlıma yasladıktan sonra konuştuğunda nane kokan nefesini burnumu doldurarak gülümsedim. "Affedilmedin." gülümseyerek konuşmamı anlamamış gibi kafasını hafifçe kaldırdı ve ay ışığının aydınlattığı yüzüme bakıp kaşlarını çattı. "Ne?" sorusuna kafamı göğsüne yaslayarak cevap verdim ve karın kaslarına yerleştirdiğim ellerimi sıkılaştırıp derin bir nefes aldım. Alt tarafı 80 kiloluk 1. 87 bir canavardı. Bunu yapabilirdim. Harry'nin kalbi yavaşlamaya başladığında anlamak üzere olduğunu biliyordum. Kafamı kaldırdım ve mavimsi gözlerinin bana şaşkınlıkla baktığını gördüm. "Elveda Harry." içimden mırıldandığımı sanıyordum fakat Harry'nin belimdeki ellerinin gevşemesi hiç de içimden fısıldamadığımın kanıtıydı. Ya şimdi ya hiç. Kendime öyle bir gaz vermiştim ki zayıf kollarım ve bileklerim nefretin ve geçmişin intikamıyla kuvvetlenmiş, acımasızlaşmıştı. Çığlık atarak bütün kuvvetimi Harry'nin gövdesine yaslı olan ellerime verdim ve siyah tişörtüne tırnaklarımı batırarak onu pencerenin ince cam yüzeyine ittirdim. Pencerenin camları 80 kiloluk bir herifle benim gücümü kaldıramayınca paramparça bir şekilde evin dışını ve biraz da ayaklarıma dağılsa da umursamayarak Harry'nin vücudundan yayılan siyah sıvının ellerime bulaşmasını izledim. Koca gövdesi kırılan cam parçaların arasından sıyrılarak bağırarak gözlerimin önünde ay ışığından zar zor görünen çimlerin ve cam parçacıklarının üstüne düştüğünde birazdan uyanacağını bildiğim için hızla ceketimi giyip paralarla kredi kartını aldıktan sonra banyoya ilerledim. Klozetin üstündeki ufak pencerenin kapağını açıp kollarımdan destek alarak kendimi yukarı ittim. Az önce yaptığım şeyle içimden kahkaha atmak gelse de sessizce durup yolumu kaybettirmem gerekiyordu. Dar banyo penceresinden sıyrılıp su borusunu tutan demirlerin birine ayağımın ucuyla bastığımda çatırdayan boruyla hızlıca ayağımı geri çektim ve eski odamdan sarkan perdeye doğru atıldım. Çok da yüksek sayılmazdı fakat düşmek istemezdim. Kumaş perdeyle birlikte duvardan sökülen korniş beni yaklaşık yarım metre kadar aşağı indirdiğinde çığlık atmamak için asılı olan kolumu ısırmak zorunda kalmıştım. Perde penceremin olduğu yerden yavaşça yırtılmaya başladığında yerden o kadar da yüksekte olmadığımı fark ettim ve perdenin birazcık uzayıp kopmasını izledikten sonra gözlerimi sımsıkı kapattıktan sonra düşmenin etkisinin geçmesine izin bile vermeden ayağa kalkıp koşmaya başladım. Özgürdüm. Evin arka tarafındaki yoldan hızlıca geçmeye başladığımda ayağımda yeniden bir şey olmaması umurumda bile değildi. Mutluluğum bir sis bulutuna dönüşüp üzerime yayılmış gibiydi. Vücudumun her bir yanını kaplayan cilveli bir mutluluktu bu. Özgürlüğün verdiği haz, Harry'i alt etmenin verdiği tutkuyla birleşip içimde patlayan volkanlara kaynak sağlamaya yarayan en önemli iki şeyden biriydi. Tabi bunun yanında her ay bana yatacak yüklü miktardaki maddi destek de eklenince işin tadı bir başka oluyordu. Artık istediğim kadar özgür olabilirdim. Harry'nin peşime düşeceği muhtemeldi fakat onu alt edebilmiştim. Planladığım her şey tıkır tıkır işliyordu. Ve Harry planlarımın işlerken çıkardığı çark seslerini duyamayacak kadar şu an acı çekiyordu. Kendisini canavar mı sanıyordu? Canavar kimmiş görecekti.
Bu bölümü uzun yazacağımı söylemiştim fakat sizi bekletmenin hoş olmayacağı düşüncesiyle ufak bir sorun yaşadım. Ben de yazdığım yere kadar atmayı düşündüm. Dediğim gibi şu geriye baktığımızda 23-24 ve 25. bölüm Destiny için büyük bir önem taşıyor. Bu da o bölümlerden biriydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
I'm Scared Of You
FanfictionHarry Styles ile ilgili yazılmış bir korku hikayesidir. Başlangıç Tarihi: 15/06/14 Bitiş Tarihi: 29/01/17 İKİNCİ KİTAP YAYINDA!