27- "If you want..."

762 44 17
                                    

Özgürlüğün tadı olur muydu?
Peki ya olsaydı neye benzerdi?
Belki de şu an aklımda dolaşan en bariz umursanmayacak konuydu fakat şu an yaptığım tek şey düşünmekti.

Özgürlüğümü yaşamak böyle bir histi. Çıplak ayakla saatlerce yürümek ve acısını fark edemeyecek kadar mutlu olmak. Soğuk havada titreye titreye yürürken bile istediğin herhangi bir yere gidip uyumak. Acaba annem/babam kızacak mı düşüncesi yerine acaba bu yaptıklarım bana ne kadar zarar verecek düşüncesi. Maddi bir güç vardı elimde. Pişman değildim. Pişman olduğum tek konu ayaklarımın çıplak olmasıydı. Uzun zamandır yürüyordum. Beni bulamayacakları bir sokağa saptığımda kaldırım kenarlarından yürümek insanların benden ürkmesine sebep olmuştu. Gölgelerin içinden, karanlığın ucundan yürüyordum. Hoşuma gitmeye başlamıştı bu halim. Sonunda kendimi bulmuştum. Ben buydum. Korkan değil, korkutandım. Bu olmalıydım. Her ne kadar bu hissi tatmak bir o kadar güzel olsa da bir o kadar da günahtı benim hayatıma. 13 yıldır korkarak yaşamıştım ben. Bu yeni tattığım his belki de bu yüzden güzel gelmişti bana. 10 yıldır şeker yemeyen bir çocuğun ağzına aldığı ödül şekeriydim ben. Özgürlük böyleydi. Fakat ufak bir sorunum vardı. Kalacak bir yerim ve ayakkabılarım yoktu. Bu saatlerde dışarı çıkmamam gerektiğini 2 adım üzerine biliyordum ki damarına basılmış bir boksçu edasıyla düşünmeden ringlere dalmıştım. Şimdi ise saat sabaha karşı 2 olmalıydı. Bu saatte ne otel ne de açık bir ayakkabıcı bulabilirdim. Yapmam gereken tek şey ara sokaklardan uzak durup bu geceyi güvenli bir yerde geçirmekti. Ardından da bir ayakkabı alıp bir otobüse atlıyabilirdim. Okulu bitirmemiş olmam benim için bir dezavantajdı. Belki de kalan şu 3 ayımı değerlendirebilirdim. Fakat okul ile ilgili her şeyim de evde kalmıştı. Kaçışımın şu ana kadar 1 artısı vardı. Onun dışında yanına eklenen eksiler sayamayacağım kadar çoktu. Geri dönemezdim. Belki de çaktırmadan eve girer ve eşyalarımı alıp geri çıkardım. Bu olabilirdi işte. Ardından yeni bir ev tutar ve 3 aylık kirasını ödeyip rahatça kafamı dinleyebilirdim. Yapmam gereken tam da buydu işte. 18 yaşımı doldurmamış olduğum için şu an ne özgür olabilirdim ne de bir işte çalışabilirdim. Kendi aptallığıma gülmek istiyordum. Hiç bir şeyi planlamadan çekip gitmiştim. Tam bir salaktım. Nasıl olurda bu kadar kendimi gaza getirip bir anda her şeyi yerle bir edebilmiştim ki! Gördüğüm tanıdık parkla istemeden de olsa nefes alabilmiştim. Beni burada bulabilecek tek kişi Finn'di ve onun da panikten burayı düşünemeyeceğini varsayıyordum. Umarım polise haber vermezlerdi. İşte o zaman işler karışırdı. Biyolojik anneme haber giderdi ve belki de ev elimden giderdi. İşte o evi kaybetmek istememekti bütün konu. Nefretimin karanlık pis kuyusu oradaydı ve nefretimden güç alabilen ben o ev olmadan hayatta kalamazdım. Ölü bir yılanı gören şahinler gibi üşüşürlerdi başıma. Öyle bir şey olmasına izin verilemezdi. Vermeyecektim. Parkı es geçerek evin sokağına girdim ve bütün ışıkların kapalı olmasına şaşırmadım. Bütün hepsi beni aramakla meşguldü. Ve Harry de ortalıkta yoktu. Yavaşça evin arka bahçesine doğru kafamı çıkardım ve yerde bir su birikintisini andıran cam parçalarına gülerek baktım. Kafam istemsizce odamın kırık penceresine gittiğinde kıpkırmızı gözlerle beni izleyen Harry ile gülümsemem suratımda donuklaştı. Kesinlikle bunu beklemiyordum. O burada olmamalıydı! Tanrı aşkına! "Hey." dedim güçlü durmaya çalışarak. "Seni kanlar içinde yerde görmeyi umuyordum." Bu cesaret kalbimin çatlaklarından akan zehrimdendi. Korkumdan eser kalmamıştı onun kıp kıp kırmızı gözlerine baktığımda. "Elsa." Adımı pencerenin ordan kısık sesle söylediğinde kafamı iki yana salladım ve gülümsedim. "Elsa veya Destiny artık umurumda değil, bu saatten sonra benden uzak duracaksın." Kelimelerin üstüne çiğnediğim kural misali sesler onu etkilemişe benzemiyordu. Daha çok kulaklarına inanamıyormuş gibi yapan ufak kızlara benziyordu. Göz temasımızı bozmadan kendini pencereden aşağı attı ve yere sanki hiç bir şey olmayan biriymiş gibi ayakta durarak iniş yaptı. "Seni bırakmayacağımı biliyorsun." Kıvırcık saçları o konuştuğunda yavaşça sallanmış ve vücudunda kalıplaşmış siyah kanıyla bile müthiş gözükmüştü şu an gözüme. Bunu düşünmek belki de yeri veya sırası olmasa da hayatımda gördüğüm en yakışıklı insan(?)lardan biriydi. "Bak ne diyeceğim Harry, sen beni rahat bırak ben de seni bir daha görmeyeceğim için mutlu olayım nasıl fikir?"  yavaş adımları bir anda hızlanmıştı. Dibimde belirene kadar ne o konuşmuş ne de ben kan kusmuştum. "Ya da sen bu hallerine bir son ver ve benim ol. Önceden olan her şeyi unut. Sadece benim ol." gözlerimi abartılı bir şekilde devirmek istedim. Yapmadım. Sadece ona bakmakla yetindim. "Yanıtı evet olarak kabul ediyorum." dedi ve gülümsedi. Fakat bu gülümseme kırmızı gözlerine ulaşamadan tuzla buz olmuştu. Çünkü Finn'in hayret edercesine adımı haykırışı Harry'i mutlu etmemişti. "Tanrı aşkına!" Finn bana doğru yandan koşarken Harry ise kendini sakinleştirmeye çalışıyormuş gibi görünüyordu. Sıcacık kollar beni parçalamaya hazır gibi duran Harry'nin alev kızılı gözlerinden uzaklaştırmıştı. Finn'in kendine has kokusu anında burnuma dolduğunda kendimi bir kedi gibi ona sokulurken bulmuştum. Şu an ne Harry'i görmek istiyor ne de ona karşı koymak istiyordum. "Hepsi senin suçun!" Finn boynunda gizlenmemi aldırmadan beni bırakıp Harry'e doğru yürümeye başlamıştı. "Seni adi şerefsiz onu ne hale getirdiğini görmüyor musun?!" ne dediğini net bir şekilde duysam da tepki veremiyordum. Ne yapabilirdim ki? Kaçmayı denemiştim. Yok saymayı denemiştim. Sevmeyi denemiştim. Fakat yine bir şekilde hayatımın her evresini mahvetmeye yemin etmiş gibi peşimi bırakmıyor ve hayatımın her yerine zehrini akıtıyordu. Göz ucuyla gördüğüm kadarıyla Finn Harry'e sıkı bir yumruk atmış ve ikisi kavga etmeye başlamışlardı. Harry'nin mümkün olduğunca az zarar vermek istediği belliydi fakat Finn ona hiç acımadan vuruyordu. Bu görüntüyü daha fazla izleyemedim ve sakin ama hızlı adımlarla parka doğru ilerlemeye başladım. Ne ağlamak istiyordum ne de bağırmak. Sadece susup öylece durmak istiyordum. Her ne kadar güçlü olduğumu düşünsem de senelerce, yanılmıştım. Olmuyordu. Bir türlü mutlu olamıyordum. Adım sesime eklenen bir kaç erkek kahkaha sesi ürkmeme sebep olmuştu fakat kaybedeceğim bir şeyim kalmamıştı. Parkın girişinde gördüğüm 4 erkek silüetiyle durmak istedim. Durmadım. Yürümeye devam ettim ve erkek grubunun yanından geçip salıncaklardan birine oturdum. 4 erkeğin kafası aynı anda bana çevrildiğinde karanlıkta göremediğim yüzleriyle bana sırıttıklarını az çok seçebiliyordum. "Hey, güzelim! Bu gece boşsan gelebiliriz." Kimin konuştuğunu seçemesem de kafamı iki yana salladım ve ayaklarımla yerden destek alıp sallanmaya başladım. Kocaman direkten sarkan sokak lambaları ortamı daha da korkutucu kılsa da tepkisiz kalmayı sürdürdüm. Ne 4 erkek yanıma yaklaşıyordu ne de ben sallanmaktan başka bir şey yapıyordum. Saat sabaha karşı 4 olmalıydı. Hava hafiften kendini lacivertliğe bırakırken 4 erkek de aralarında bir şeyler konuşuyorlardı. Büyük ihtimal tepkisizliğim yüzünden beni deli falan sanmışlardı. Çünkü sağlıklı bir kadının yapacağı şey değildi bu saatte alkol kokan erkeklerin olduğu bir parkta salıncakta sallanmak. Bana yaklaşmamışlardı. Tahminen 10 dakika sonra hepsi dağılmış  ve parkta tek başıma kalmıştı. Ne ortalıklarda bir sokak köpeği ne de mırıldayan bir kedi vardı. Kuşlar bile ötmüyordu. Sadece ben ve artık sönük olan sokak lambası. Düşüncelerim kısa sürmüştü. Uzaktan gelen kavga sesleri kesinlikle Finn ve Zack'e aitti. İkisi birbirlerine anlayamadığım bir konu hakkında laf atıyorlardı ve bunun Harry ile girdikleri kavga üzerine bahse girebilirdim. Bir kaç metre sonunda havanın aydınlığı Zack'in yorgun yüzüne vurduğunda ikimizde beklenmedik bir şekilde göz göze gelmemizden dolayı şaşkındık. Zack yavaşça Finn'i dönüp beni gösterdiğinde Finn'in yüzünde olan yaraları görmek içimi paramparça etmişti. Eh en azından bir şeyler hissedebiliyordum. Yavaş ve temkinli adımlarla ikisi bana doğru yürürken ben sadece onlara bakmakla yetiniyordum. Ne yapabilirim ki? Ne diyebilirim ki? 'Affedersiniz ben kaçmıştım fakat sonra korktum geri geldim ve beni yakaladınız. Oops!' falan mı diyecektim? Bu düşünceme gülmek istesem de şu an gülmemek en mantıklı karardı. Finn artık durmuş salıncaktaki bana iki adım uzaklıktaydı. Yere doğru çöktü ve ellerini dizlerimin üstüne koydu. Kaşının üstü sıyrılmıştı ve kaşından boynuna doğru akan bir kan çizgisi kurumuştu. Kaç saattir buradaydım? "Hadi seni bana götüreyim. Uzun bir gece oldu. İstersen eğer sonra konuşabiliriz." Gözlüğünü takmamıştı. Belki de kavgada düşmüştü bilmiyordum fakat gözlüksüz halini daha yakışıklı bulduğum doğruydu. Elleri yavaşça kucağımda duran ellerime gittiğinde onu incelemeyi kestim ve gözlerinin içine baktım. Nefret saçan yeşillerden farklı olarak bu kahverengi gözler resmen sevgi kusuyordu. Onu zorlamak istemedim. Salıncaktan kalktım ve Finn'i ellerinden tutup kaldırdım. Dudağı patlamıştı ve acıyor olmalıydı. Düşünmedim. Kurumuş soğuk dudaklarım hafifçe kan kaplamış Finn'in dudaklarını bulduğunda burkulan kalbim ile nefes almakta zorlandım. Beni yine ele geçiriyordu. Yine canımı yakıyordu. Finn şaşkınca gözlerime baktığında daha fazla ona bakıp pişman olmamak için gözlerimi kapattım ve kan tadıyla harmanlanmış dudaklarını öpmeye devam ettim. Ne ellerim omzundaydı ne de elleri belimdeydi. Bu bir parça acı aktarımıydı. Finn'in hayatını bugün mahvetmiş'tim fark etmeden. Bu yolun dönüşü yoktu. Açıkça seçim yapmıştım. Ve bu seçimim ne kadar doğruydu bilmiyordum. Sonuçta ben küçük bir kız çocuğuydum. 


Final yakın. 

I'm Scared Of YouHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin