bir

732 43 40
                                    

Kasım, 2003

"Yaprak! Sonbahar!"

Küçük kızlar annelerinin seslenmeleriyle bahçedeki toprağı eşelemeyi bıraktı. Annelerinin yanına giderken ellerindeki toprağı temizliyorlardı ama sadece ellerinde yoktu. Yüzlerinde, kıyafetlerinde ve hatta saçlarında bile toprak vardı. Annelerinin yanlarına vardıklarında kadın gözlerini kocaman açıp elini kalbine koydu.

"Misafirlerimiz burada, yemek saati ve siz bu haldesiniz! Aman Allah'ım! Çabuk banyoya koşun Katherine sizi yıkasın çabuk!" Genç kadın sıkıntıyla nefesini dışarıya üfledi. Kızları durmuyordu. Sürekli bir yaramazlık yapıyorlardı ve kadının sıkıcı, kasvetli hayatı altı yılda heyecanlı ve rengarenk bir hayata dönüşmüştü kızları sayesinde. Çocuklarına kızsa da bu koşuşturmadan memnundu. Çünkü babalarından ona kalan tek şey bu iki küçük güzeller güzeli kızlardı. Bir zamanlar aşık olduğu adamdan... Onları öylece, acımasızca bırakıp giden adamdan. Gidişinin altıncı yılında yine onu düşünmesi normal miydi emin olamıyordu genç kadın ama bildiği tek bir şey vardı ki, o da sevdiği adama kızamadığı ve hala onu düşündüğü için kendinden nefret ettiğiydi.

Düşüncelerden arınıp içeri misafirlerinin yanına gitti ve karşı komşuları olan misafirlerinden özür diledi.

"Üzgünüm, benim minik canavarlar birazcık yaramaz da. Onlarla uğraşıyordum." dedi ve mahcup bir şekilde gülümsedi.

"Ah, hiç sorun değil." dedi kadın gülümseyerek.

"Neredeler şimdi?" diye sordu sonra.

Kadın onu cevapladı ve yerde resim çizen çocuğa baktı. Sessizce resmini çiziyordu. Ama öylesine bir uğraş olsun diye değil, ne yaptığını biliyormuş gibiydi. Kalem darbeleri keskin ve kendinden emindi. Kadın şaşırsa da belli etmedi.

"Ne çiziyorsun, Gün?" diye sordu kadın çocuğun yanına eğilerek.

Gün kafasını defterden kaldırıp kadına baktı ve gülümsedi.

"Arkadaşlığı çiziyorum, efendim. Bana katılmak ister misiniz?"

Kadın bu çocuğu çok seviyordu. Zekasına ve nazikliğine hayrandı. Çocuğun her şeyine hayrandı. Bembeyaz tenine ve simsiyah saçlarına. Siyah gözlerine, uzun kirpiklerine. Terbiyesine ve daha bir çok özelliğine. Sekiz yaşında olmasına rağmen birçok şiir yarışmasını ve resim yarışmasını birincilikle kazanmıştı, Gün. Ayrıca matematikten bir sürü ödülü vardı. Gelecekte ise matematikle kalmayıp edebiyat ve fizik dallarında çok fazla yarışma kazanacaktı. Yaşıtlarından zeka olarak fazla ilerideydi. Babasından dolayı Fransızca biliyordu ve İngilizceyi de Fransızcayla birlikte öğrenmişti. Çocuk kadına göre insan olamayacak kadar ileri seviyedeydi ama işte karşısındaydı. Etten, kemikten. Kendi kızları da böyle şeylerde fena sayılmazlardı. Ama kızlarının alanı farklıydı. Yaprak 5 yaşından beri jimnastik, bale öğreniyor ve piyano kursu alıyordu. Sonbahar ise oyunculuğu ve tiyatroyu seviyordu. Kursları bunlardan ibaretti. İkisi de resim çizmekten nefret ederken, Sonbahar şiir ve denemeler yazmaya başlamıştı büyüdükçe. Yaprak ise dansta kendini geliştirmiş başka bir şey yapmamaya karar vermişti. Sonbahar zaten hep daha fazlasını isteyen bir kız olmuştu. Oyuncu, şair, tiyatro aşığı ve yazar.

"Anne! Anne!" diye bağırarak içeriye girdi Sonbahar.

"Katherine, bana şiir okumayı reddetti ve yemeğe inmeye zorladı!" diye mızmızlandı kız. Gün, kafasını resminden kaldırıp kızın turuncu saçlarına baktı sonra mızmızlandığından dolayı asılan suratına. Yeşil gözlerine... Hayranlıkla kıza bakmayı sürdürdü.

"Katherine doğrusunu yapmış. Şiir saatin akşam yatmadan önce ve onu da kendin okuman lazım. Okuma yazma biliyorsun sonuçta..." diyip kafasını iki yana salladı annesi. Sonbahar 5 yaşında okuma yazmayı öğrenmişti.

"Ama ben Katherine okusun istiyorum!" diye mızmızlansa da küçük kız annesi takmadı. Sonbahar, Yaprak'a göre daha sert ve soğuktu. Büyüdükçe bu özellikler daha büyüyüp asiliğe dönüşmüştü. Daha soğuk, asık suratlı ve sinirli olmuştu. Daha sert. Bir tek Gün'e karşı öyle olamamıştı. Onun yanında içindeki o duygusal kız ortaya çıkmıştı hep. Yaprak ise nazik ve kibardı. Sessiz ve oldukça sakindi. Büyüdükçe daha sakin ve naif olmuştu. Konu Gün olduğunda Sonbahar ile kavga ediyordu orası ayrı.

Yaprak tüm zarafetiyle içeriye girdi ama suratı asıktı. "Anne!" diye konuştu ağlamaklı sesiyle.

"Ne oldu Yaprak?" diye sordu annesi endişeyle.

"Puantımın ucu zedelenmiş, bunlarla bale yapamam." Burnunu çekip gözlerini sildi ve annesine baktı. Sonra gözleri onu merakla ve hayranlıkla izleyen Gün'e kaydı. Gün, kızın sarımsı saçlarına baktı ve kahverengi gözlerine... İki küçük kız da sanat gibiydiler. Yaprak, elindeki puantı annesine tutturup "Anne bunlar misafirlerimiz mi?" diye sordu. Gözleri hala Gün'deydi. Annesini onu onaylar onaylamaz Gün'ün yanına gitti ve kendinden emin bir şekilde "Merhaba ben Yaprak. Senin adın ne?" diye sordu. Sonbahar ise onları çekingen bir tavırla izliyordu. "Merhaba, ben de Gün." dedi çocuk ve gülümsedi. Sonra Yaprak'ın elini bırakıp Sonbahar'ın karşısına geçti. Sonbahar ona bakan iki çift siyah gözden utandı.

"Senin adını öğrenebilir miyim?" diye sordu çocuk.

Küçük kız "Sonbahar." der demez arkasını döndü ve yemek masasına koştu. Utanmıştı.

Gün, Yaprak ve Sonbahar. O günden sonra arkadaş olmuşlardı ama büyüdükçe bu arkadaşlık bozulmuş ve daha derin şeylere dönüşmüştü. Yeşil sarı olmuş, sevgi aştan öte olmuştu. Düşmanlıklar, kaybedişler ve çöküşler gelmişti ardından. Yaprak güne karışmış, sonbahar günlerini sonsuz yapmak istemişti. Ama sonra Gün Yaprak'sız ve Sonbahar ise Gün'süz kalmıştı. Sonbahar ve Gün kavuşana dek kimse rahat etmeyecekti ve Sonbahar'ın Yaprak'sız her bir Gün'ü onun için sonsuz bir cenennemdi.

Sonbaharın Yapraksız GünüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin